Hız çağında yavaşlamaktan daha canlandırıcı bir şey olamayacağını düşünüyorum artık. Dikkatlerin kolayca dağıldığı, sürekli devinen bu çağda, dikkati bir yere toplamaktan, sükûnet içinde oturmaktan daha lüks ve acil bir şey yok kanımca. Hız, hareket ve bağlantı çağını yaşadığımız bu dönemde hemen her yerde ve pek çok zaman bağlantı halindeyiz. Başkalarıyla bağlantı kurdukça kendimizle bağımızı giderek kaybediyoruz.
Tüm bunlara rağmen dirayet ve kuvvet gösterenler, ne istediğini bilenler, kendileriyle kurdukları bağı canlı tutmayı başarıyor. İşin püf noktası da burası: Ne istediğini belirlemek, bilmek… Ne istediğini belirlemenin ilk yolu ise aklı sadeleştirmekten geçiyor.
Aklıselim sözünü duymuşsunuzdur. Bir diğer deyişle sağduyu… Dikkatlice bakarsanız aklıselim insanların kafasının karışık olmadığını görürsünüz. Bunun temelinde yatan, zihinlerindeki sadeliktir. Ne kadar çok bilirseniz, akıl o kadar çok karışır, ne kadar sadeleştirirseniz akıl da o oranda sadeleşip dinginleşir. İnsan, aklını sadeleştirdiğinde görmek istediğinin dışındaki şeyler dikkatini çekmez, onu oyalamaz olur. İnsanlar aradığını görür. Akıl, aynı anda birçok şeye odaklanamaz, sürekli hareket halindedir. Bu nedenle çok şey arayanın bir şey göremeyeceğini hatırda tutmak gerekir.
Hayatlarımızın önemli bölümü kafamızın içinde yaşanır; hafızada ya da hayal gücünde, kurguda ya da yorumda… Bu nedenle hayatımızı değiştirebilmenin en doğru yolu ona bakış açımızı değiştirmekten geçer. Epiktetos ve Marcus Aurelius’un iki bin yılı aşkın bir süre önce söylediği gibi “Bizi şekillendiren deneyimlerimiz değil onlara karşılık vermek biçimlerimizdir.” ya da Shakespeare’nin Hamlet’te kaleme aldığı gibi “İyi ya da kötü diye bir şey yoktur, düşüncelerimiz onları öyle yapar.”
En yüksek hızda koşup da asla yetişememe hissine ne kadar sık kapıldığınızı bir düşünün. Bu duruma bakış açınızı değiştirdiğinizde aslında pek çok şey değişecektir. Dünyaya sırt çevirmek değil; onu daha net görebilmek ve daha derinden sevebilmek için ondan ara ara uzaklaşmak gerekiyor. Uzaklaştığınız anlarda ise sadece sükûnet içinde oturmak…
Sükûnet içinde otururken ister istemez gölgeler düşere önümüze. Dışarıdaki ya da içimizdeki gölgeleri görmemezlikten gelebiliriz. Bunun yolu ise gölgelerin yanından yürüyüp geçmekten değil, daha sakin, daha yavaş ve daha aklıselim olmaktan geçiyor. Öyle günler dilerim hepinize.