Yepyeni bir yıl başladı.
Birinci elden, hiç kullanılmamış.
Ve…
“Buyrun dilediğinizce kullanın” diyerek bizlere sunuldu
Hayat değerli bir armağan… Yaşayacak dört mevsimimiz var fakat üçü gitmiş olabilir.Yavaşlayın vefırsat varken hiç değilse bugün hayata/hayatınıza Orhan Veli’nin dizelerindeki gibi “Şöyle bir tepeden bakın”.
Dünyada ve ülkemizde, hayatın her alanında köklü dönüşümün izleri yaşanıyor. Bu dönüşümü,sadece dünyada meydana gelen kitlesel çaptaki değişikliklere bakarak görmek de mümkün. Küresel ekonomik düzenin çöküşü ve yeniden yapılanma sürecine girmesi ise sözü edilen kitlesel dönüşümün parçalarından sadece biri… Kişisel hayatlarımıza baktığımızda da bu farkı yakından görebiliriz. Eskiye ait akla gelebilecek ne varsa, hepsi son hızla değişip dönüşüyor. “Zaman” bile artık, geçmiş yıllardaki karşılığından, önceden tanımlanan şeklinden farklı bir anlam taşıyor. Öyle ki, yirmi dört saat içinde dört mevsim bir arada yaşanıyor.Kendi içimizde yarattığımız kaosun ise adeta farkında değiliz ve mutlu olmak için yaptığımız şeyler kimi zaman onulmaz ve garip biçimde mutsuzluk yaratıyor. Tuhaf değil mi?
Yaşamın çeşitli alanlarındaki bu değişimler, bizlerin birçok konudaki algısını da zorunlu olarak dönüşüme uğrattı. İnsanlar kendinden kaçar bir halde, kaçak hayatlar yaşıyor. Kaçış yöntemi bazıları için yoğunluktan göz açtırmayan çalışma temposu, bazıları içinse adeta soluksuz bırakan etkinlikler…Sanki bir gölde yaşıyoruz. Herkes şikayetçi: yorgunluktan, yoğunluktan, o hep hayal ettiği işe/uğraşa vakit ayıramamaktan, nefes alamamaktan, hayatın sıkıcılığından, aynı şeyleri tekrar tekrar yapmaktan, bir vampir gibi enerjimizi emen insanlardan… Hepimiz yaşamımızda değişim istiyoruz ancak hiçbir şeyi değiştiremiyoruz. Neden? Çünkü “eylem” yok, çünkü yüreğimizle yaşamıyoruz. Kaos sadece yaşadığımız dünyada değil, hepimizin yüreklerinde büyük yer kaplıyor ve dünya insanların kendi dünyaları gibi bir karmaşanın etrafında dönüyor.Oysaki kaos değişimin habercisidir ve karışıklık bazen iyidir. “Sular bulanmadan durulmaz” der eskiler… Bazen de yolunda giden sular yolunu değiştirir. Budur değişime uyum sağlamak!
Yaşadığımız kaos duygularımızı uyuşturdu. Kendimizi kaybettik. Yunus Emre “İlim, ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir.” diyor ama kendini nasıl bileceğin hakkında bir şey demiyor. Çünkü hayat bize öğretiyor. Öğrenmek ise maalesef çoğu zaman alıştığımız, bildiğimiz, yaşadığımız gölde olmuyor. Bunun için önce yaşadığımız gölden çıkmak gerekiyor.
Gölden çıkmanın tek yolu var: Farkındalık ve şuuruna varmak
Fark etmek, fark edilen “şey” ile ilgili sorumluluk almaktır. Sorumluluk almamamız, fark ettiğimiz şeyi düzeltebilme ve dönüştürme gücünü, içimizde aynı anda bulmamız anlamına gelir ve bir kez dönüşüm başladığında, dağdan ufak bir kartopunun aşağıya inmesi gibi her şeyi siler ve temizler.
Siz belki de şu an karar verdiniz:Yeni Bir Göl Aramaya
Ben de her 7 yılda bir, yeni bir göl aramaya çıkıyorum. Malum serde seyyahlık var. Aslında şimdiye kadar her 7 yılda bir yaşadığım olaylar beni öyle bir noktaya getirdiki, değişim kaçınılmaz oldu. Doğrusu ilk zamanlarda çok zorlandım ve itiraf etmeliyim ki çoğu zamanda yaşadıklarımın şuurunda değildim. Lâkin son 7 yıl önceki macera, tümüyle şuurlu oldu diyebilirim. Ve çok şanslıydım ki bu süreçte bana yol arkadaşlığı eden şahane bir hocam/öğretmenim vardı. Hani der ya eskiler “Öğrenci hazır olunca öğretmeniyle karşılaşırmış.”
Değişimin/dönüşümün anahtarı 7 yılda saklı.
Nasıl mı?
İşte size bu konuda birkaç bilgi:
Yıllar önce bir yönetim kitabında okumuştum. Yale Üniversitesinin bir araştırmasına göre ister bir sistem, ister bir kurum, isterse bir insan 7-8 yılda bir eğer kendini yenileyemezse düşüş yaşarmış. Bunu yaşamamak içinse mutlaka bir değişime ihtiyaç olduğundan söz ediyordu kitapta.7 yıllık süreci gözden geçirmek, muhasebesini yapmak ve yeni yolculuğa öyle çıkmak gerekiyormuş.
Sabbatical, İbranice bir kelime. “Kutsal bir gün” olarak geçiyor sözlüklerde. Bir diğer anlamıda “izin yılı”. Amerikan üniversitelerinde, her akademisyenin 7 yılda bir ücretli izne ayrılma hakkı olduğunu biliyor muydunuz? Bu yılı nasıl geçireceği tümüyle akademisyenin seçimine bağlı. İster yeni bir uğraş edinir, ister seyahat eder, isterse dünyanın bir başka üniversitesinde hocalığına devam eder. Maksat bulunduğu yerden uzaklaşması, yepyeni bakış açıları kazanmak için yeni deneyimler kazanması. Nasıl müthiş geliyor kulağa değil mi böyle bir fırsata sahip olmak.
Yıllar önce İstanbul’da müthiş bir sergi vardı: “Body World”. O sergiyi gezerken sergi alanında duvara yazılmış bir bilgi çok dikkatimi çekmişti. Duvarda, insan vücudundaki organların tümünün kendini yenilemesinin tam 7 yıl sürdüğü yazıyordu. Vücudumuzdaki her bir hücre, organ kendi değişimi için bir süreç izlerken değişime direnmemiz kuşkusuz ki akıl alır şey değil.
Bir de yaşamın 7 yılda bir gerçekleşen döngüleri var. Lakin bu tümüyle astrolojiyle ilgili bir konu. Belki bir başka yazı konusu olabilir. “Hiçbir şey tesadüf değildir”sözüyle birlikte bu bilgiler hep kulağımın bir köşesinde kaldı. Sahi, tüm sistemler değişim üzerine kurulmuşken biz insanoğlu neden hem değişimi isteyip hem de bir türlü gereken adımları atamıyoruz?Oysaki doğa ve kendi vücudumuz kuvvetli biçimde o değişimin sinyallerini veriyor. Elbette ki, bu sinyalleri algılayabilmemiz için tüm dikkatimizi kendimize, doğaya vermemiz ve ilettiği işaretleri dinlememiz gerekiyor. Kim bilir o işaretlerde neler saklı? Dinlemek şu hayatta en büyük meziyet, önce kendimizi sonra başkalarını dinlemek…
Kendinizi dikkatlice dinlediğinizde, özünüzü keşfedeceğinizden emin olabilirsiniz. Özünüzde kim bilir hangi potansiyeller saklı? Kim bilir açmayı bekleyen hangi tohumlar gizli? Bu süreçte insanın kendi potansiyelinin farkına varması ve bunu yönetebilmesi büyük önem taşıyor. Zira zor günlerin arifesinde, aklı ve duygusu temiz olanlara ihtiyaç var! Özgürlük; saf akıl ve temiz yürek istiyor.Bu noktada yaratıcı zihnin, aktif olduğunun da altını çizmek gerekiyor. Zihnin aktif olması durumunda birçok şans ve fırsatla karşılaştığınızı hayretle göreceksiniz.
Oysa pek çoğumuz önümüze gelen her şeyi reddediyoruz. Hayatın prensibini kaçırıyoruz Bir şey yola çıkmamızı sağlar. Ve yeni bir göl ararken her ne ile karşılaşırsak karşılaşalım “Eyvallah” diyelim.“Eyvallah, ne güzel bir sözdür. Bazen kabulleniş, bazen boşveriş, bazen de yol veriş. Ama hep sonunda bir rahata eriş.”
Yeni Bir Göl Ararken;
Hayallerinize Değer Verin
Şartlar, durumlar ne olursa olsun hayal etmeyi bırakmayın. Hayal, yeni bir göl ararken bavulunuza atacağınız ilk şeydir.
Çünkü;
Hayaller büyütür.
Gerçeklik geniştir oysa algılarımız dar.
Hayaller dünyayı genişletir.
Hayaller güçlendirir.İmkansız, hayal edilmemiş olandır.
Hayaller yol gösterir. Uzaklara bakmadan yola çıkamayız.
Hayaller kurtarır. Tutsaklığın sonu, özgürlük hayali ile başlar.
Hayaller dönüştürür. Ne olmak istediğini bulmakla başlar dönüşüm.
Hayaller öğretir. Evreni bilmek, hayal etmekle başlar.
Ne İstediğinizi Bilin
Başucu kitabım Küçük Prens’in bir bölümünde geçer:“Sizin dünyadaki insanlar, dedi Küçük Prens, bir bahçede beş bin gül yetiştiriyorlar; yine de aradıklarını bulamıyorlar. Oysa aradıkları tek bir gülde, bir damla suda bulunabilir. Küçük prens ekledi: Ama gözler kördür. İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman gerçeği görebilir.Zaten yalnız çocuklar ne aradıklarını bilirler, dedi Küçük Prensi
Bir çocuk merakı ile düşündüğümüzde, hissettiğimizde kolayca bulabiliriz ne istediğimizi… Peki bulduk diyelim. Yeterli olacak mı? Tabii ki hayır. Çünkü, ne istiyorsak ona uygun davranmamız gerekiyor.
Değerlerinizi Gözden Geçirin
Şu hayatta vazgeçemeyecekleriniz, sizi siz yapan, olmazsa olmazlarınız neler? Nelerde anlam buluyorsunuz? Bütün bu soruların yanıtları derinlemesine düşünmeye vakit ayırdığınızda su yüzüne çıkabilir ancak. Benim yanıtlarım; sevgi, öğrenmek, özgürlük, adalet, neşe, yaratıcılık, aile, umut, macera, bütünlük, maneviyat, şefkat olarak sıralanıyor.
Nelerden Vazgeçebileceksiniz?
Cesaret, yeni bir şeylere başlamak değildir benim nazarımda. Cesaret, bırakabilmektir aslında…İçimizdeki cesareti ise sadece ve sadece sevgiyle uyandırabiliriz. Alışkanlıklarımızdan, bildiklerimizden yani konfor alanımızdan ayrılmak korkuyu da beraberinde getirir. Kişisel korkularınızla hareket etmeyin. Korkularınızın farkına varmak cesareti uyandıracaktır, emin olun. Karşı karşıya kaldığınız korkuyla başa çıkmanın biricik yolu,yapmak istediğiniz her ne ise ona konsantre olmakta yatar. Ona bağlandığınızda,içinizdeki sevgi, içinizdeki cesareti uyandıracaktır. Sevginin olmadığı yerde hiçbir şey olmaz. İstediğiniz durumla başa çıkmanızı sağlayan tek şey sevgidir. Durumunu sevdiğinde bile değişirsin. Satürn’ünü anladığın zaman, kendi korkularını net olarak tespit edersin.Kısacası “hem börek bozulmasın hem de karnım doysun” diyorsanız işiniz çok zor. Yeni bir şeylere başlamak için mutlaka vazgeçebilmek gerekiyor.
Hazırlığınızı Yapın
Hazırlık için önce durmak gerekir. Durmayı bilmek irfandır. Duralım ki bilançoyu çıkaralım. Bilanço çıkarmak, muhasebe yapmak ise herkesin içinde olacak bir şey değildir. Muhasebecilere bakınız, işlerini ne zaman ve nerede yapıyorlar? Ulu orta değil, öyle değil mi?.. Bilançoyu çıkardınız. Güzel… Orada takılıp kalmayın. Bir an evvel hazırlığa başlayın.
Bir hocamın dediği gibi “Tencereye ne atarsanız, onu yersiniz”. Sahi ne hazırlığınız var? Malum yeni bir göl aramaya çıkıyorsunuz. Maceralı bir yolculuk…Sizi nelerin beklediğini tam olarak bilmiyorsunuz. Tam bir muamma… Bu yolculuktaen büyük güç bilgidir. Kas gücü ve para, bilgi yoksa harcanır.Bilgiyi kullanmak için de heves, istek, heyecan şarttır. Yoksa bilgi de pek bir işe yaramaz.
Yol Arkadaşı Bulun
Size akıl, fikir vermeyecek, ahkâm kesmeyecek, güçlü sorular soran, güven duyduğunuz, sizi dinleyen ve anlamaya çalışan, potansiyelinizi keşfetmenize ve yönetmenize destek olan bir yol arkadaşı bulun.
Yeni bir göl aramaya niyeti olanlar için son sözüm şudur:
RASTGELE!
*Bu yazıyı 2007’nin ilk günlerinde okuduğum Stuart Avery Gold’un ‘Yeni Bir Göl Arayan Kurbağa” kitabından esinlenerek yazdım. Tam 7 yıl sonra:)