Ana Sayfa Blog

Ergen Beyin Rehberi


Gençlik ve gençlik dönemine dair geçmişten günümüze kadar pek çok söylenegelmiştir. Öyle ki M.Ö. 350 yılında eski çağ filozoflarından, Aristoteles,  “Bugünlerde gençler kontrolden çıkmış durumda. Kaba bir şekilde yemek yiyorlar, yetişkinlere karşı saygısızlar, ebeveynlerine karşı çıkıyorlar ve öğretmenlerini sinirlendiriyorlar” derken,  Yunan didaiktik şiiri atası diye anılan ünlü ozan Hesiod ise, “Günümüz gençleri öyle umursamaz ki, ileride ülke yönetimini ele alacaklarını düşündükçe umutsuzluğa kapılıyorum. Bizlere, büyüklere karşı saygılı olmayı, ağır başlı davranmayı öğretmişlerdi. Şimdiki gençler kurallara boş veriyorlar. Çok duyarsızlar ve beklemesini bilmiyorlar.” diye yazmış. Günümüzde de gençlere, gençliğe ilişkin söylemlerde pek de değişiklik olmadı. Ergen beyni hakkında yeterince bilgi sahibi olunsaydı, onlara dair etiketler yapılır mıydı? Ergenlik dönemini yaşayan gençleri anlamanın öncelikle ilk adımı, onların ergen beynini anlamaktan geçiyor. Halbuki ergenlik dönemi, ergen beynine ilişkin ezberlerin ve efsanelerin dışında bilinen pek az şey var. Üstelik insan ergen beynini konu alan çok az kitap yazılıyor. Bunun için özellikle, Tuti Kitap’tan yayınlanan Ergen Beyin Rehberi kitabını okuyup paylaşmak istedim. Bütün-Beyinli Çocuk kitabıyla ebeveyn-çocuk ilişkisine yeni bir bakış getiren nöropsikiyatrist Daniel J. Siegel, Ergen Beyin Rehberi kitabıyla bu kez ergen beyninin gücü ve amacına odaklanmış. Yazar, kitabının amacını, ‘’hangi yaşta olursak olalım, dünyaya sağlık ve mutluluk getirmek için ergenliğin temel özelliklerini anlamak ve onları beslemek’’, olarak ifade ediyor. Daniel J. Siegel, hayatın ergenlik döneminin gerçekte cesaretin ve yaratıcılığın en güçlü dönemi olduğuna dair görüş bildiren bir kitap yazmış.

Daniel J. Siegel, Ergen Beyin Rehberi kitabıyla bu kez ergen beyninin gücü ve amacına odaklanmış. Yazar, kitabının amacını, ‘’hangi yaşta olursak olalım, dünyaya sağlık ve mutluluk getirmek için ergenliğin temel özelliklerini anlamak ve onları beslemek’’, olarak ifade ediyor. Daniel J. Siegel, ergenliği çözülmesi gereken bir problem yahut katlanılması gereken bir zorluk olarak değil, hayatın ergenlik döneminin gerçekte cesaretin ve yaratıcılığın en güçlü dönemi olduğuna dair görüşünde.  Ergen Beyin Rehberi kitabı, gençlerin her gün karşılaştıkları duyguları ve ilişkileri yönetebilmeleri için pratik öneriler sunması yanı sıra iç görü kazanmalarında da destekleyecek nitelikte.

Ergen Beyin Rehberi kitabı dört bölümden oluşuyor. 1. Bölümde, ergenliğin özünü ve onun önemli boyutlarının anlaşılmasının gerek şimdi gerekse ömür boyu nasıl yaşama gücü vereceği araştırılmış. 2. Bölümde, ergenlik döneminde beynin nasıl büyüdüğünü ve böylelikle hayatın bu döneminde önümüze çıkarttığı fırsatlardan nasıl faydalanabileceğimiz açıklanmış. 3. Bölümde, ilişkilerin kimliğimizi nasıl oluşturduğunu ve hem kendi kendimizle hem de başkalarıyla güçlü ilişkiler kurmak için neler yapabileceğimiz araştırılmış. 4.Bölümde ise, ergenlikteki değişim ve zorlukların en iyi şekilde yönetilme yöntemlerine yer verilmiş. Her bölümün sonunda yer alan, beyinlerimizin ve ilişkilerimizin güçlenmesi için bilimsel olarak kanıtlanmış tavsiyelerin bulunduğu Zihinsel Görüş Araçları bölümlerinde bu süreç boyunca kullanılabilecek pratik tavsiyelerde bulunulmuş.

Daniel J. Siegel, ergenlerle ilgili efsanelere şu ifadeleriyle yer veriyor, ‘’Bu efsanelerin başında öfke hormanlarının ergenlerin ‘’delirmelerine’’ yahut ‘’akıllarını kaybetmelerine’’ neden olduğudur. Bir diğeri, ergenliğin bir olgunlaşmamışlık dönemi olduğu ve gençlerin ‘’büyümesi’’ gerektiğidir. Ergenlik döneminde büyümenin, yetişkinlere bağımlılıktan kurtularak tamamen onlardan bağımsız olmayı gerektirdiğidir’’. Ve şöyle devam ediyor, ‘’bu efsanelerin önüne geçtiğimizde onların maskelediği gerçek doğruları görebiliriz, böylece ergenlerin hayatları ve hayatlarındaki yetişkinler çok daha iyi hale gelir’’.

Ergen Beyin Rehberi kitabını okuduktan sonra bir kez daha anladım ki, ergenlik yıllarımızı nasıl yaşadığımızın, hayatımızın geri kalanını nasıl yaşadığımız üzerinde doğrudan etkisi var.

Ergenlik döneminde beynimizdeki değişiklikleri ise yazar şöyle açıklıyor;  

‘’Erken gençlik yıllarında beynimizde meydana gelen değişiklikler, ergenlik yıllarındaki idrakimizde dört özellik oluşturur; Orijinallik arayışı, sosyal ilişkiler, artan duygusal yoğunluk ve yaratıcı araştırıcılık. Beynin temel devrelerinde, ergenlik dönemini çocukluktan ayıran bazı değişimler vardır. Bu değişiklikler, gençlerin yeni şeyler denerken ödüllendirilme isteklerini, yaşıtlarıyla farklı şekillerde ilişki kurmalarını, daha yoğun duygular hissetmelerini ve bir şeyler yaparken mevcut yöntemleri kullanmak yerine dünyada var olduklarını göstermek üzere yeni yollar keşfetmelerini etkiler. Bu her bir değişiklik, ergenlik dönemimiz boyunca düşüncelerimiz de, duygularımızda, iletişimimizde ve karar vermemizde köklü farklılaşmaların ortaya çıkması için gereklidir. Bu müspet değişikliklerin yanında menfi ihtimaller de vardır. Şimdi ergen beyninin gelişmesinin bu dört özelliğinin artı ve eksilerini, hayatımızı nasıl fayda risklerle doldurduğunu görelim…’’

Ergenlik dönemi aslında bir cevher ve bu cevhere mücevver gibi bakabilmeliyiz. Bu da ancak ergen beynini bilmekten geçiyor. Bu topraklarda yaşayan ergen beyinlerin bir cevher olduğunu gören, onlara güvenerek ülkenin geleceğini emanet eden Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’e minnet ve şükranla.

Bu kitap, ergen beynini anlamak isteyen gençler, ‘’ergenlerle’’ çalışan öğretmenler, psikologlar, koçlar, ergenlik döneminde çocuğu olan anne- babalar ve bir zamanlar kendinin de ergen olduğunu hatırlayan tüm yetişkinler için…

Bu yazım 22.05.2020 tarihinde Eğitimpedia‘ da yayınlanmıştır.

Bu kitabı, insanların okumasını sağlayan ve de Hayvan Ambulansıve Tedavisi sistemini finanse edebilecek Kitap Koala‘dan temin edebilirsiniz.

 

İnsan Her Koşulda

‘’İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendini bilmezsin

Ya nice okumaktır’’ dizelerinin sahibi halk şairi Yunus Emre, ‘’insanın’’ kendi özünü bilmesinin önemine vurgu yapıyor. İnsanın özünü bilmesi içinde öncelikle insanı anlamak gerekiyor. İnsanı anlamayı dert edinen ‘’ İnsan Her Koşulda’’ kitabını bugünlerde okumak ise ayrı bir keyif oldu benim için.

Koç Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Ayşe Bilge Selçuk’un yazdığı ve, İnsan Her Koşulda kitabını şu cümleleriyle tanıtıyor. ‘’İstedim ki bilinen anlamda bir çocuk yetiştirme kitabındansa, bu kitap benim ilk kitabım olsun. Sesim önce, insan dair önemsediğim, bazen dert ettiğim konuları içimden geldiği gibi anlatsın’’

İnsan Her Koşulda kitabı, bireyin yaşam yolculuğundaki psikolojik gelişmelerini, duyguların harekete geçirici etkilerini ve deneyimlerin getirdiği döngünün nasıl kırılabileceğini anlatıyor ve

  • İnsanı insan yapan özellikle nelerdir?
  • İnsan neyi enden yapar?
  • Bebeklikten başlayan, hatta kuşaklar arası devam edebilen eğilimler insan gelişimini nasıl etkiler?
  • Olumsuz yaşantıların getirdiği döndü nasıl kırılabilir? Sorularını düşündürmeye itiyor.

Eğitim, öğrenme, ahlak, düşünme becerileri, korku, gelişim, büyüme, çocuk olmak üzerine bakış açısını sunarken, bilimsel araştırmalar, edebiyat ve sinemadan örnekler veriyor. Yazarın kitapta yer verdiği filmler öylesine dikkatimi çekti ki, kitabı okumaya devam ederken, filmleri de izledim.  Kitapta yer alan şu satırlar ise; yazarın 2.kitabının konusu olsa ne güzel olur  diye düşündüm. ‘’İnsanın sağlıklı ve iyi olmasında, tatmin edici bir hayat yaşamasında çocukluk yılları ve çocuğun  ilişkileri çok önemli….’’

Ayşe Bilge Selçuk, ‘’insanı insan yapan aklı kadar kalbidir de…’’ diyor. Destek Yayınlarından yayınlanan, İnsan Her Koşulda kitabını da kalbiyle yazmış adeta, çünkü; samimi ve sade ve ilham verici. Kitapta altını çizdiğim ve benim kıymetli bulduğum cümlelerinden bazıları şunlar:

‘’Hayatta kalmayı kolaylaştıran teklik değil beraberliktir’’.

‘’Ebeveynlere kıssadan hisse: esirgemeyin, sevginizi, şefkatinizi çocuğunuzdan esirgemeyin. Özerkliklerine de saygı duyun, üstlerine aşırı düşmeyin. Büyüme için, gelişme için alan bırakın’’.

‘’Dünyaya sadece olduğumuz yerden dönüp bakmayı değil de farklı açılardan bakmayı mümkün kılan bu zihinsel, eneklik, her beceri gibi yavaş yavaş gelişiyor. Bebeklikten  ergenliğe uzanan bir süreçte. Her şeyin bir zamanı var. Gelişimin de öyle’’.

‘’Ezcümle… Sabırlı olmak, hayat boyu bize lazım olacak öz denetim becerisinin en önemli işaretlerinden biri. Çocuğun akademik başarısından tutun arkadaşlarıyla olan ilişkilerine, duygularını kontrollü şekilde gösterebilmesine kadar hemen her alana etki diyor’’.

‘’İnsan hayatının gerçek anlamda daha iyiye gitmesi, ancak teknolojik devrimin insani bilimler tarafından tamamlanmasıyla mümkün olabilir’’.

’Pozitif ortamlar, şefkatli ve yapıcı aile, duyarlı ve gayretli anne babalar, travmatik yaşantıların kuşaklar arası geçişindeki kısırdöngüyü kıracak güce sahip’’.

‘’Travmalara en çok maruz kalanların elinden bir de eğitim imkanı alındığında, organizmanın kendini iyileştirme fırsatı kalmıyor. Oysa pozitif gelişme ortamlarının kuşaklar boyu sürebilecek dönüştürücü etkisi var. Kendimize güven duymamızla mümkün. Kendimize güven duymak, hislerimize, algımıza, muhakeme yeteneğimize güven duymayı, tüm bunların farkında olmayı gerektiriyor’’.

‘’İlerleme için artık elzem olan, analitik düşünebilen alternatif üreten, esnek ve yaratıcı bireyler. Bugün bizim için de ilkokuldan üniversiteye, hatta doktoraya kadar tüm programları dahil ederek eğitim üstüne  düşünme zamanı’’.

‘’Çocuğun becerilerini etrafa yararlı olmak için mi, zarar vermek için mi kullanacağı, teorik olarak, ahlaki gelişimine bağlı. Ama aslına bakarsanız, onu yetiştiren anne babanın, ailenin, dünyanın ahlakına…yani bir anlamda hepimizin ahlakına’’.

‘’Kendi doğasından kaynaklanan tüm meseleler, kendi yarattığı tüm sorunlar için çözümü yine kendi doğasında bulacaktır insan’’

 ‘’Dünyaya sadece olduğumuz yerden dönüp bakmayı değil de farklı açılardan bakmayı mümkün kılan bu zihinsel esneklik, her beceri gibi yavaş yavaş gelişiyor. Bebeklikten ergenliğe uzanan bir süreçte’’.

‘’Sevgiyi almayı, kabul edebilmeyi ve vermeyi, gösterebilmek lazım’’.  

Ayşe Bilge Selçuk’un, kitabının sonunda yer verdiği, Sezai Karakoç’un Ağustos Böceği Bir Meşaledir’’ şiiriyle,  hayata, olaylara, dünyaya ezberin dışında bakabilene,  herkese ve her şeye karşı farklı olmayı şiar edinen ağustos böceklerine adeta bir selam gönderiyor. Özellikle ezberlerin dışında düşünmek üzerine eğitim sistemine dair görüşlerine yürekten katılıyorum. İşte o cümleleri; ‘’Kendini sorgusuzca çalışmaya adamış tek tip insanı hedefleyen eğitim sisteminin gözdesidir ağustos böceği ile karınca masalı. Karınca çalışıp biriktirip zor günde rahat edendir sözüm ona. Gerçekte aksine, kıştan çok kraliçe karıncayı ve larvalarını beslemek için yiyecek toplar. Yerinden kımıldamayan kraliçe otuz yıl yaşar, işçiler ise en fazla üç. Hava soğuyunca yiyip içip keyfine bakmaz, kış uykusuna yatar karınca, yazın çalışabilmek için.

Hayatını hiyerarşik bir yapıda kraliçeye adayan bir güruhun parçası olmak mı yeğdir, yoksa ağustosböceği gibi yaşamı bağımsız, şenlikle sürdürmek mi? Belki sorgulamadan makien gibi çalışmanın değil, üretmenin övgüsünü yapmak lazım, hayata neşeyi de eklemeye methiyeler düzerek belki.

Yaşamımıza güzellik katanların, bize güneşli günleri muştulayanların kıymetini bilmek gerek. Söyleyeceklerini fısıltıyla birbirine aktaranlardan çok, sesini ağustosböceği gibi gür, cesurca çıkaranları örnek almak da belki’’.

Bu kitap, ‘’insanı’’ anlamak isteyenler, derdi de davası da insan olan  meslekleri icra edenler ve tüm ağustos böcekleri için…

Bu yazım 19.04.2020 tarihinde Eğitimpedia‘ da yayınlanmıştır.

Bu kitabı, insanların okumasını sağlayan ve de Hayvan Ambulansıve Tedavisi sistemini finanse edebilecek Kitap Koala ‘dan temin edebilirsiniz.

Yetişin Çocuklar

Mimar Friedensreich Hundertwasser, ‘’Tek başına kurulan hayal rüyadan ibarettir.Hep beraber kurulan hayal, hakikatin başlangıcıdır.’’ sözü Prof.Dr. Selçuk Şirin’in yeni kitabı, Yetişin Çocuklar’ın misyonuna anlatıyor adeta. Prof.Dr. Selçuk Şirin,  Doğan Kitaptan çıkan ve kısa sürede 2. baskısını yapan kitabında okuyucuya, bebeklikten ergenliğe çocuk yetiştirme klavuzu sunuyor. Hayatın her alanında ve her düzeyinde ‘’hazır oluş’’ süreçleri  önemlidir. Bundan dolayıdır ki yazacak çok bilgisi, birikimi olduğu halde hayli zaman beklemiş bu kitabı yazmak için Selçuk Şirin.

Yetişin Çocuklar kitabı, 5 bölümden oluşuyor. Sırasıyla; Çocuk Yetiştirmenin ABECE’si, Erken Çocukluk Dönemi, Okul Dönemi, Ergenlik Dönemi ve. Bu Çocuklar Da Bizim! Binlerce yıl öncesinde Arsitoteles ‘’Her türlü kalıcı bilgi, hayretle başlar’’ demiş. Hakikaten doğru, Yetişin Çocuklar kitabındaki her bir bölümü ben de hayretle okudum. Öyle ki,  Eğitim Fakültesindeki derslerimde öğretmen adaylarıyla paylaştığım bir kitap oldu. Bu kitabı, öncelikle öğretmen adaylarının, öğretmenlerin okumasını salık veririm. Zira zamane çocuklarını, zamane gençlerini ve zamane ebeveynlerini anlamaları için. Bununla birlikte, sadece ebeveynlik krizi yaşanmıyor. Öğretmenlik krizi de yaşanıyor. İşte bu yüzden günümüzde, öğretmenlerin, değişimi ve dengeyi yönetmekle ilgili mesleki bir misyonları da var.

Umuyorum ki pek çok kişiye ulaşacak bu kitap. Çünkü şaşırtıyor, basit ve sade bir dil anlatımı var, somut veriler sunuyor, her paylaşılan bilgi öylesine içselleştirilmiş ve kaynakları gösterilmiş ki güven hissettiriyor,  bir derdi davası var, bilimsel veriler ve hikayelerle bezenmiş.

İşimizin, vaktimizden çok olduğu bu zamanlarda belki de atacağımız ilk küçük adım, Yetişin Çocuklar kitabını okumak olmalı. Neden mi? Benim nazarımda iki  ana nedeni var;

  1. Hepimizin önce inanç, ümit neşe, hayal kurmaya ve yaşam sevincine ihtiyacı var. Yetişin Çocuklar, bu duygulara temas ediyor.
  2. Çocuklara, gençlere dair, bir çok kanaldan ulaşılan bilgiler bir o kadar da zihin karışıklığına yol açıyor. Ebeveynlerin soruları ve sorunlarının ise birbirinden farkı yok. Yetişin Çocuklar da, aşağıdaki soruların yanıtlarını bulabilecekler.
  • Bebeklerle ilk diyalogu nasıl kurmalıyız?
  • Erken yaşta zihinsel gelişimi desteklemek için ne yapmalıyız?
  • Disiplin ama nereye kadar?
  • Çocuklara ikinci dil öğretmenin ideal yaşı nedir?
  • Tatilde öğrenme kaybı nasıl önlenir?
  • Çocukları ekran bağımlılığından nasıl koruyabiliriz?
  • Ergenlerle sağlıklı diyalogun formülü nedir?
  • Okul tercihinde nelere dikkat etmeli?
  • Gençleri hangi adımlar zirveye taşır?
  • Ekran bağımlılığı ile nasıl başa çıkılır?
  • Ödevler ne işe yarar?

Değişim ve dengeyi yönetmeyi öğrenmek önemli beceriler haline geldi öğretmenler için.

Benim için kitabın kalbi ‘’Bu Çocuklar da Bizim’’  bölümü idi.  Sadece kendi çocuklarımızı dert etmek yetmiyor!’’ diyor Prof.Dr.Selçuk Şirin. Ve şöyle edem ediyor;

‘’….Önümüzdeki dönemde anne baba olarak ülkede değiştirmekle mükellef olduğumuz, çocuklarımız için atmak zorunda olduğumuz adımlarını çizeceğim. Çünkü çocukları fanusta yetiştirmiyoruz. Onlar evden dışarı adım atıklarında bizim doğrudan kontrolümüzde olmayan süreçlerin içinde yetişiyorlar. Toplumsal, siyasal, ekonomik bağlam çocuk yetiştirmede aile kadar etkili.

Neden kendi çocuklarımız kadar başkalarının çocuklarını da dert etmemiz gerektiğine ısrarla vurgu yapıyorum? Çünkü bizim çocukların geleceği, başka çocukların geleceğinden ayrı düşünülemez. Çocuk gelişimi sadece kendi evinizin içinde başlayıp sizinle çocuğunuz arasındaki ilişkiyle sonuçlanacak. Elbette sizin ebeveyn olarak bu süreçte belirleyici bir rolünüz var, ama hikayeyi tek başınıza yazmaya kalkıştığınızda kaş yaparken göz çıkarma olasılığınız çok yüksek. O nedenle sadece kendi çocuğunuzu dert etmekle yetinmeyip başkalarının çocuklarını da dert etmemiz gerekiyor. Çünkü hikayenin geri kalan kısmını onlar beraber yazacak. Günün sonunda bizim çocuklar evden çıktıktan sonra o çocuklarla birlikte yeni bir hayat kuracaklar. İşte tüm bu nedenlerle elimden geldiğince ‘’başka’’ çocukların dertlerini anlamaya ve anlatmaya, onların dertlerine ortak olmaya çalışıyorum. Çünkü sadece kendi çocuğunuzu yetiştirmekle bitmiyor işimiz. Yaşadığımız toplumu, yaşadığımız dünyayı da dert etmemiz gerekiyor. Öyle olmasa New Yok’ta oturup bu satırları size yazmak için bu kadar uğraşmazdım zaten. Ben de tıpkı sizin gibi kendi çocuklarımızın geleceği için dert ediyorum başka çocukları.

Çocuk ve gençler üzerine kafa yoran herkesin aklında tutması gereken üç rakam: 7,5 milyon ‘şiddetli maddi yoksunluk’ yaşayan .çocuk (Kaynak:TUİK)

5,3 milyon ‘ne işte ne okulda2 olan genç (Kaynak:OECD)

1,6 milyon Suriyeli mülteci çocuk (Kaynak: UNICEF)

 Prof. Dr. Selçuk Şirin’in paylaştıklarına ek olarak, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda yer alan Genellik ve Eşitlik ile Eğitim Hakkı ilkelerine rağmen ülkemizdeki sayıları  yüz binleri geçen, özel eğitim alması gereken çocuklarımızı da dert etmeliyiz. Onlar için de  adımlar atılmasının da hem acil hem de önemli bir konu olduğunu düşünüyorum.  

Cemrelerin sırayla havaya, suya, toprağa düştüğü günlerdeyiz. “İyi” şeyler konuşmanın, “İyi” şeyler dinlemenin ve özellikle de ‘’İyi’’ şeyler okumanın iyileştiricisi etkisi var. Ruha, akla, kalbe düşecek iyimserliklerin her şeyi iyileştireceğine inanıyorum. Baharın tüm çocuklara, içindeki çocuğu yaşatanlara, bin bir zahmetle çocuklarını büyüten ebeveynlere, amatör bir heyecanla profesyonelce mesleğini tutkuyla yapan öğretmenlere, Yetişin Çocuklar kitabının da  iyi gelmesi ümidiyle. 

Bu kitap, zamanı, dünyayı, ülkemizi, zamane çocuklarını ve zamane gençlerini anlamak isteyenler için…

Bu yazım 30.03.2019 tarihinde Eğitimpedia‘ da yayınlanmıştır.

Bu kitabı, insanların okumasını sağlayan ve de Hayvan Ambulansı ve Tedavisi sistemini finanse edebilecek Kitap Koala ‘dan temin edebilirsiniz.

Gerçekten Beni Duyuyor musun?

Başarılı çocuklar yetiştirmek, mutlu çocuklar yetiştirmek, mükemmel çocuklar yetiştirme. Bu başlıkları son yıllarda o kadar çok duyuyoruz ki.  Bu konularda anne-babalara yönelik seminerler, atölyeler, konferanslar ise hayli çoğaldı. Zamane anne-babaları ise iyice üzerlerinde baskı hissetmeye başladı, yeterince iyi, mükemmel anne-baba olamamak üzerine. Kaygı, korkuları arttı, özellikle  çocuklarına vakit ayıramamak konusunda. Hâlbuki sadece bu zamanda değil tüm zamanlarda geçerli bir şey var, tüm çocuklar öncelikle duyulma ihtiyacı içerisinde.

Duyulma ihtiyacının elzem bir konu olduğunu düşünürken, 1999 yılının başlarında okuduğum bir kitabı tekrar okudum ve ikinci okuyuşumda da çok etkilendim çünkü kitap tüm zamanlarda geçerli bilgileri paylaşıyor. Leyla Navaro’nun, özgün kitabı, Gerçekten Beni Duyuyor musun? gittikçe duymaktan uzaklaştığımız günümüzde daha da anlamlı.  Kitabın ana mesajı gayet açık, ’sevdiklerinizi gerçekten duyun, kendinizi daha içtenlikle duyurun’’.  Ve şöyle devam ediyor Leyla Navaro;

 ‘’Acı deneyimlere yol açan pek çok sorunun kökeninde, insanların birbirini gerçekten duymaması, duyamaması yatmaktadır. Çünkü sadece söylenen ‘sözcükleri’ duymak, sözcüklerin ardındaki duygu dolu mesajları alamamak, yanıtların da yüzeyde kalmasına yol açar; bu durum ise iletişimin engellenmesi anlamına gelir. Önem verdiğimiz insanlarla ilişkilerimizin onarılmaz yaralar almasını engellemenin tek yolu, doğru iletişim kurmayı bilmektir. Doğru iletişim kurmanın yolları öğrenebilir’’.

Kitabın önsözü Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı’na ait. ‘’En değerli varlıklarımız olan çocuklarımızın yetiştirilmesi bilgi, sezgi, sevgi, akılcı ve tutarlı davranış gerektiren zor bir sanattır. Bu sanatı yeterince gerçekleştirebilmek için hepimizin öğreneceği bir şeyler vardır. Babadan görme usullerin geçersizliği ortadayken, bunların yerini alacak bilimsel verilere dayanan, aydınlatıcı, yol gösterici yayınlar azdır. Leyla Navaro’nun kitabı bu eksikliği giderebilecek önemli bir yapıttır. Gönül arzu eder ki her anne baba bu kitabı okusun.”

Hem çocuklarımızı duyabilmemiz hem de kendimizi daha içten bir biçimde duyurabilmemiz yolunda, bize önemli ipuçları veren, aile ilişkilerini konu alan kitap, Leyla  Navaro’nun kendi tecrübeleri, akademik çalışmaları ve yönettiği grup faaliyetleri sonucu oluşturduğu geniş bilginin ürünü.   Pek çok çocuk gelişim, iletişim kitaplarından farklı bir bakış açısı bulacaksanız kitabı okuduğunuzda.

Eğitimin tek yönlü pasif bir aktarma olmadığına inanan Leyla Navaro, Remzi Kitapevi’nden yayınlanan Gerçekten Beni Duyuyor musun? da, fikir ve önerilerinin yanında,  okuyucunun kişisel katkılarını bekleyen bilinçlenme, hatırlama, düşünme alıştırmaları, uygulamalar, görsel uyarı ve önerilere yer vermiş. Böylelikle okuyucuyu aktif kılmak amaçlanmış.

Leyla Navaro, kitabını yazmadan önceki çalışmaları boyunca rastladığı pek çok sorunun kökeninden, insanların birbirini yeterince duymadığını, duyamadığını gözlemlediğini şu sözlerle ifade ediyor.

“ Çünkü, sadece söylenen sözcükleri duymak ‘gerçekten’ duymak anlamına gelmiyor. Çoğunlukla söylenenleri, sarf edilen sözcükler seviyesinde diller ve benzer seviyede de yanıtlarız. Oysa özellikle sorun zamanlarında söylenenler, yani duygu yüklü mesajları, söylenildiği gerçek anlamlarıyla duymayı bilebilmektir. Sözcüklerin ‘gerçekten’ söylemek istediğini ‘duyabilmek’ için, eğitilmiş bir kulağa ihtiyaç vardır…

Leyla Navaro, katılımlı dinlemenin önemini vurguluyor. Ve bunu şöyle ifade ediyor kitabında; ‘’Çocuğumuzu dinlerken, sakinleştirmek, teselli etmek, konuyu değiştirmek, çözüm yolları üretmektense katılımlı dinlersek kendini daha iyi hissedermiş, kendi sorununu kendi çözebilirmiş. Nedir katılımlı dinleme. bir bakıma karşındakinin duygularını ve durumunu ayna misali yansıtmaktır’’.

Anne babalık bir sanat aslında. Bu sanata vakıf olmak ise hayli emek, çaba, zaman gerektiriyor. Bu sanata ulaşma yolunda Gerçekten Beni Duyuyor musun? kitabını okumak ilk küçük adım olabilir.

Kitapta Yer Alan Önemli Konu Başlıkları ise şunlar :

  • Anne Babalık Sanatı
  • Çocuğunu Kabul Edebilmek
  • Kabul Edilmez Davranışlara Engel Olmak
  • Nasıl Bir Disiplin?
  • Çocuklar Neden Söz Dinlemez?
  • Çocuğu Dinlemek
  • Anne Babanın Kızgınlığını Duyurması
  • Karşılıklı Güven

Bu kitap çocukları daha iyi duyabilmek için ipuçları arayanlar için….

Bu yazım 27.12.2018 tarihinde Eğitimpedia‘ da yayınlanmıştır.

Bu kitabı, insanların okumasını sağlayan ve de Hayvan Ambulansı ve Tedavisi sistemini finanse edebilecek Kitap Koaladan temin edebilirsiniz.

Bütün Beyinli Çocuk

‘’Ebeveynler genellikle çocuklarının bedenleri konusunda uzmandır. 98.6 F derecenin üzerindeki bir beden ısısının ateş olduğunu, bir yarayı mikrop kapmaması için nasıl temizleyeceklerini ve çocuklarını yatmadan önce ne tür yiyeceklerin sinir küpü halinegetirdiğini bilirler. Ama en özenli ve en eğitimli ebeveynler bile çocuklarının beyinleriyle ilgili temel bilgilerden yoksundur. Ne kadar şaşırtıcı, değil mi? Özellikle de, bir çocuğun hayatının karar verme, öz farkındalık, okul, insan ilişkileri gibi ebeveynlerinin önem verdiği her anında beynin oynadığı önemli rol göz önüne alındığında… Gerçekten de beynimiz bizim kim olduğumuza ve ne yaptığımıza önemli ölçüde şekil vermektedir. Ve beynin kendisi de biz ebeveynlerin sunduğu deneyimlerle şekil bulduğuna göre, bu deneyimlerin çocuğumuzun beyninde yapabileceği değişikliklerin bilincinde olursak, onun daha güçlü ve dirençli bir beyin geliştirilmesine yardımcı olabiliriz. İşte bu nedenden dolayı sizi ‘’Bütün-beyin’’ denen bir perspektifle tanıştırmak istiyoruz. Amacımız size beyin hakkında bazı temel kavramları anlatmak ve edindiğiniz bu yeni bilgileri çocuklarınızı daha kolaylık ve daha anlamlı bir şekilde yetiştirmenize yardımcı olacak şekilde uygulamanızı sağlamaktır. Bütün-beyinli bir çocuk yetiştirmenin, ebeveynlikle birlikte gelen tüm hayal kırıklıklarını gidereceğini söylüyor değiliz. Ama beynin işleyişiyle birkaç basit ve kolay anlaşılır temel ilkeyi tanıyarak, çocuğunuzu daha iyi anlayabilecek, güç durumlara daha etkili çareler bulabilecek ve onun sosyal, duygusal ve zihinsel sağlığı için sağlam temeller oluşturabileceksiniz. Bir ebeveyn olarak ne yaptığınız önemlidir, o nedenle size çocuğunuzla onun beynini şekillendirmenizi sağlayacak güçlü ilişkiler kurabilmenize ve ona sağlıklı ve mutlu bir hayat kurması için gerekli olan temel ilkeleri öğretmenize yardımcı olacak kolay anlaşılır ve bilimsel temeli olan bazı fikirler vereceğiz’’.

Yukarıdaki satırlar UCLA Tıp Fakültesinden psikiyatri profesörü Daniel J.Siegel ve Psikoterapist Tina Payne Bryson’un yazdığı Bütün-Beyinli Çocuk kitabından. Koridar Yayıncılıktan çıkan Bütün-Beyinli Çocuk kitabı, yeni doğanlardan başlayıp on iki yaşına kadarki çocuklara ve ağırlıklı olarak yeni yürüyenlere, okula gitme yaşı gelmiş olanlara ve ergenlik öncesi yıllarını yaşayan çocuklara odaklanıyor.

Kitabı okuduğunuzda, beynin işleyişiyle ilgili temel ilkeleri tanıyacak, çocukları daha iyi anlayabilecek, güç durumlara daha etkili çareler bulabilecek ve onların özellikle sosyal, duygusal ve zihinsel sağlığı için neler yapabileceğinizin farkına varabileceksiniz.

Bütün-Beyinli Çocuk kitabı 6 bölümden oluşuyor. Birinci bölümde, beyin olgusunu akılda tutarak nasıl ebeveynlik edebileceğiniz anlatılıyor ve Bütün-Beyin yaklaşımının can damarını oluşturan ve basit olmasına rağmen güçlü bir kavram olan entegrasyondan söz ediliyor. Bölüm 2’de mantıksal ve duygusal kimlikleriyle bağ kurabilmesi için bir çocuğun sol ve sağ beyninin birlikte çalışmasına nasıl yardımcı olabileceğinize odaklanılıyor. Bölüm 3’de sezgisel ‘’ alt kattaki’’ beynin, karar vermekten, kişisel iç görüden, empatiden ve ahlaktan sorumlu ve daha düşünceli olan ‘’üst kattaki’’ beyinle bütünleşmesinin önemini vurgulanıyor. Bölüm4’de, anlayışlı davranma yoluyla çocuğunuzun geçmişten gelen bazı acılarla baş etmesine ve onun bu acıları hoşgörüyle, bilinçli bir şekilde ve isteyerek ele almasına nasıl yardımcı olabileceğiniz anlatılıyor. Bölüm 5’te çocuklarınıza kendi ruh halleri hakkında durup düşünme yeteneğine sahip olmayı nasıl öğreteceği gösteriliyor. Bölüm 6’da ise kimliklerini kaybetmeden başkalarıyla bağ kurmanın verdiği mutluluğu ve tatmin duygusunu çocuklarınıza nasıl öğretebileceğiniz anlatılıyor.

Kitaptaki bölümlerin neredeyse yarısında, bahsi geçen bilimsel kavramları uygulayabilmeniz için bazı patrik öneriler ve örnekler verilen ‘’Neler yapabilirsiniz?’’ bölümleri bulunmak. Kitapta yer alan ve faydalı olabileceğini düşündüğüm bir başka araçta, kitaptaki fikirleri çocuğunuzun yaşına göre nasıl uygulayabileceğinizi gösteren, kitabın sonundaki ’ Yaşlara ve Aşamalara Göre Uygulanabilecek Stratejiler’’ grafiği. Kitaptaki her bir bölüm, çocuk gelişiminin belirli yaş ve aşamalarına hitap eden pek çok öneri içermekte ve bu fikirler hemen uygulamaya geçirilebilecek şekilde tasarlanmış.  Kitapta yer alan illüstrasyonlar ise hayli ilgi çekiciydi.

 Çocuğunuzun Gelişmekte Olan Beynini Güçlendirmek İçin Devrim Niteliğinde 12 Strateji ise sırasıyla şunlar:

Strateji 1: Çocuğunuzla bağ kurun ve onu yeniden yönlendirin: Duygu dalgaları üzerinde sörf yapmak

Strateji 2: Sorunu halletmek için sıkıntının adını koyun: Güçlü duyguları yatıştırmak için hikaye anlatmak

Strateji 3: Hangisini devreye sokmalı veya sokmamalı: Beynin üst katına (üst beyne) hitap etmek

Strateji 4: Onu kullanın veya kaybedin: Beynin üst katını (üst beyni) çalıştırmak

Strateji 5: Hareket ettirin veya kaybedin: Aklı kaçırmamak için bedeni hareket ettirmek

Strateji 6: Çocuğunuza aklın uzaktan kumandasını kullandırın: Anıları yeniden canlandırmak

Strateji 7: Çocuğunuza hatırlatmayı hatırlayın: Yeniden hatırlamayı ailenizin günlük hayatının bir parçası yapmak

Strateji 8: Duygu bulutlarının geçip gitmesine izin verin: Çocuklarınıza duyguların gelip geçici olduğunu öğretmek

Strateji 9: ELEME (SIFT): İçimizde neler olup bittiğine dikkat etmek

Strateji 10: Çocuğunuzun akıl gözünü çalıştırın: Ana istasyona geri dönmek

Strateji 11: Aile içi eğlence faktörünü geliştirin: Birbirinizden keyif almanın önemini vurgulamak

Strateji 12: Çatışmaları bağ kurmak için kullanın: Çocuğunuza “biz” sözcüğünü hatırda tutarak tartışmayı öğretmek

Bir anne-baba, büyükanne-büyükbaba, öğretmen, terapist ve ya bir çocuğun yetiştirilmesinde sorumlu bir kişiyseniz, bu kitap sizin için…

Bu yazım 29.10.2018 tarihinde Eğitimpedia‘ da yayınlanmıştır.

Bu kitabı, insanların okumasını sağlayan ve de Hayvan Ambulansı ve Tedavisi sistemini finanse edebilecek Kitap Koala ‘dan temin edebilirsiniz.

Eğitimde Finlandiya Modeli

Yeni bir eğitim- öğretim dönemi başladı. Bu yılda okullarda, öğretmenler arasında, pek çok kongre, zirve, konferans ve sempozyumda mutlaka Finlandiya eğitim sisteminden dem vurulacaktır. Finlandiya’da, ödev yok, sınav hiç yok, en iyi en başarılı öğretmenler seçiliyor, ders sayısı çok az ve hatta derslerde kaldırıldı konu bazlı sisteme geçildi gibi pek çoğu şehir efsanesine dönüşen konuyla ilgili Eğitimde Finlandiya Modeli kitabını okuduğunuzda aslında gerçeklerin pek de öyle olmadığını anlayacaksınız. Küçük bir kuzey ülkesini eğitimde zirveye taşıyan temel ilkeler ve uygulamaların altında yatan felsefeyi ortaya koyan kitap her okul yöneticisinin ve öğretmenin kütüphanesinde bulunmalı.

Finlandiyalı bir eğitimci, Harvard Üniversitesi akademisyeni ve yazar Pasi Sahlberg’in geçtiğimiz ilkbaharda ülkemizde yayınlanan kitabı, Eğitimde Finlandiya Modeli pek çok soruya yanıt veriyor. Birkaç yıl önce bir konferansta dinleme fırsatı bulduğum Pasi Sahlberg’le ve Finlandiya eğitim sistemine dair aklıma yer ettiğim şunlar olmuştu: Basit ve sadelik, az laf çok iş, az çoktur. Bir de bizimle paylaştığı babaannesinin sözü“Sadece ölü balıklar akıntıyla aynı yönde yüzer. Akıntıyla yüzüyorsanız ölmüşşünüz demektir’’. Pasi Sahlberg, Finlandiya eğitim sisteminin gelişim sürecini anlattığı o konuşmasını şu cümle ile tamamlamıştı. “Biz Finliler çok konuşmayız; toplantılar, komisyonlar, çalışma grupları kurmayız; karar verir ve yaparız” .       O günden beri Fin eğitim sisteminin alametifarikasının bu çerçevede olduğunu düşünüyorum.

Eğitimde Bir Finlandiya Modeli kitabında bütün meselenin eğitim liderliği kültüründe olduğunu belirten Sahlberg, ‘’en iyi liderler, aynı zamanda en iyi öğrencilerdir. Eğer liderler öğrenemezse, yönettikleri kurumlardaki öğrenme süreçleri de muhtemelen başarısızlığa uğrar. Öğrenmekten asla vazgeçmeyen liderler başarısızlığa uğramanın ne olduğunu bilir, hatalardan ders çıkarır ve deneyimlerden faydalanarak yaptıkları işte sürekli daha iyi olmaya çalışırlar” diyor. Bu noktada eğitim liderlerimize soralım. En son ne öğrendiniz?

Artık ‘’inovasyon yolunda reform ‘’ yerine ‘’Daha iyi uygulama yoluyla gelişmeye odaklanılmalı…savını ortaya koyan Pasi Sahlberg’in, Eğitimde Finlandiya Modeli kitabında birer öneri mahiyetinde sunduğu dört fikri ise şöyle:
1. Sağlam bir öğrenme deneyimi için düzenli teneffüs ve fiziksel aktivite kritik önemdedir.
2. Eğitim alanında yapılacak kapsamlı değişiklikler için küçük veri, büyük veriye kıyasla genelde çok daha etkili bir araçtır.
3. Eğitim kazanımlarını daha nitelikli kılmanın yolu hakkaniyeti sağlamaktan geçer.
4. Finlandiya eğitim sistemine dair uydurma bilgiler ve şehir efsaneleri, daha iyi bir eğitim sistemi kurma yolunda verilen çabaları akamete (başarısızlık, sonuçsuzluk, verimsizlik) uğratabilir.

Birbirimizden öğrenmenin ve işbirliğinin değerinin vurgulandığı şu cümleler ise aslında ülkemiz eğitim sistemimizde başlamamız gereken ilk adımı gösteriyor sanki.

Kabuğunuza çekilmeyin
Okullara ilişkin meselelerde profesyonelliği pekiştirme ve işbirliğinden beslenen bir kültürü okullarda yeşertme ihtiyacına yanıt olması amacıyla yazılan bu kitap, bir öğretmenin başka bir öğretmenden, bir okulun başka bir okuldan, bir kentin başka bir kentten ve bir ülkenin başka ülkeden öğreneceği olduğunu savunuyor. Geçmişte uygulanmış en iyi fikirler ile bugünün fırsatlarını ve bir gelecek tasavvurunu harmanlanmayı öneriyor bir de. İster küçük bir okul veya kent ölçeğinde olsun, isterse ülke çapınca; Finlandiya’daki eğitim faaliyetlerine yön veren temel ilke, somut bulgular ile hikayeleri – başka bir ifadeyle büyük veri ile küçük – dengelemektir. Başka okulların idarecilerinin hikayelerini dinlemek, kendi okulunuzda atmanız gereken adımları görmenizi kolaylaştırabilir’’.

Finlandiya, işbirliği, profesyonelliğe, ortak amaca, hedef odaklı stratejiye, uzun vadeli uygulamaya ve kamu politikalarının eş güdümüne dayanan bir okul kültürünü yaygınlaştırarak iyi işleyen bir eğitim sistemi kurmaya başardılar. Bununla birlikte Pasi Sahlberg diyor ki, ‘’Bu kitapta yer alan fikirleri uygulayarak yolunuza devam ederken unutmanız gereken bir şey var. Eğitim alanında yapılacak değişiklikleri aceleye getirirseniz, her şeyi berbat edersiniz’’.
Pasi Sahlberg’in, Metrolpolis yayıncılıktan, Cansen Mavituna’ın çevirisiyle çıkan Eğitimde Finlandiya Modeli kitabı pek çok eğitimciye katkı sağlayacaktır. Umuyorum ki, Sahlberg’in, Finnish Lessons 2.0 kitabı da yakın zamanda Türkçe yayınlanır.

Erişilebilir nitelikli ve adil bir eğitim için atılacak adımları bunu tecrübe etmiş bir ülkeden öğrenmek isteyenler bu kitap sizin için…

Bu yazım 17.09.2018 tarihinde Eğitimpedia‘ da yayınlanmıştır.

Bu kitabı, insanların okumasını sağlayan ve de Hayvan Ambulansı ve Tedavisi sistemini finanse edebilecek Kitap Koala ‘dan temin edebilirsiniz.

 

 

 

Öğretmen Eğitimleriyle Geçen 19 Yıl ve 19 Anlam

19. Hayaller Olsun Ki Hayatlar Olsun

Birinin ruhunu görmek ve onu daha iyi anlamak için, o kişiye  hayallerini sormanın önemli olduğunu düşünürüm. Bu yüzden, öğretmen eğitimlerimde içerik ne olsun, illa ki lafı hayale, hayal kurmaya getiririm. Her insanın içinde hayalperest bir çocuk vardır. Onunla konuşmak isterim. Ve istinasız, şimdiye kadar her yerde şu yanıtları aldım ;

  • Ne hayali hocam, binbir sıkıntı içinde çalışıyoruz
  • Hiç hayal kurmam. Neden? Ya gerçekleşmezse diye düşünürüm
  • Eğitim sistemimiz hayalleri öldürüyor
  • Müfredatı  yetiştirmekte zorlanıyoruz. Bir de sınıfta, çocuklara  hayal kurdurmaya, onların hayallerini dinlemeye zaman kalmıyor
  • Hayal kurmak boş iş, hayatın gerçekleri var

Anlıyorum tabi ki, pek çoğumuz çocukluğumuzda bile yeterince hayal kurmuyorken yetişkinlikte kurmak/kurabilmek imkansız görünebilir. 

Intel Türkiye’nin, 2016 yılında,  10 şehirden 8-55 yaş arası yaklaşık 2 bin kişi ile görüşerek yaptığı,  ”Hayal Araştırması Araştırması” sonuçları da öğretmenler söylemleriyle paralel. Araştırmadan birkaç  dikkat çekici sonuç şunlar; Ülke insanı hayal kurmak derken, genel olarak iyi bir meslek sahibi olmayı anlıyor. Her 10 katılımcıdan 5’i büyük hayalinin “sadece bir meslek sahibi olmak” olduğunu söylüyor.  Katılımcıların hayale meslek ve maddiyat odaklı yaklaşmalarının temel nedeni ise, “geleceği güvence altına alma kaygısı. ”Yüzde 49’u çocukken hayal kurmaya başlıyor. Ancak hayal kurma, yaş ilerledikçe dramatik şekilde azalıyor. Hayal kurma sıklığına bakıldığında da benzer bir tablo ortaya çıkıyor. Çocukluk ve ergenlikte sürekli hayal kurduğunu belirten (yüzde 32) katılımcılar, yetişkin yaşlara doğru hayal kurmaktan neredeyse vazgeçiyor. Hayal denince aklımıza meslek ve para geliyor. Yetişkinlerin sadece yüzde 14’ü hayal kurduğunu belirtiyor. Araştırmadan çıkan genel sonuç, hayalin bir lüks olduğuna inanılması. Nitekim her iki katılımcıdan biri hayal kurmak için kişinin “geçim derdinin olmaması” gerektiğini düşünüyor. Araştırma ayrıca, Türkiye’de halkın hayal dünyasının kısır olmasını kuşkusuz sosyolojik, kültürel, mali geniş bir yelpazeye yayılan pek çok nedeni olduğuna vurgu yapıyor.  Bu nedenlerden en önemlilerinden  birinin de  öğretmenlerin, öncelikle  kendilerinin hayal/ hayal kurmaya dair bakış açılarının olumsuz olması ve öğrencilerinin hayallerini dinlemek ve hayal kurmaları için uygun ortamların sunmamaları olduğunu düşünüyorum. 

Yahya Kemal Beyatlı, Deniz Türküsü şiirinin son mısrasında ne güzel ifade etmiştir, ”İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar”. 

Hayal kurmanın gücüne inanan ve öğrencilerine bu yönleriyle ilham veren öğretmenlerde var. İyi ki varlar. Tıpkı, Dilek Livaneli, Nurten Akkuş ve pek çok adını bile duymadığımız öğretmenler gibi. 

En imkansız anda bile büyük zafer hayali kuran bir lider ise benim hem ilham kaynağım hem de hayallerime odaklanmamı sağlayan motivasyon kaynağım.  Değerli akademisyen Selçuk Şirin’in bir yazısında paylaştığı o liderin hayale dair çarpıcı hikayesini buradan okuyabilirsiniz. 

Milli Eğitim Bakanımız Ziya Selçuk’un, 2018-2019 Eğitim Öğretim yılı Eylül dönemi mesleki çalışma programı açılışında, öğretmenlere hitaben konuşmasında belirttiği gibi ”Hayaller olsun ki hayatlar olsun”.  

Sevgili öğretmenler, yepyeni bir eğitim-öğretim yılına başlamışken sizlerin hayali nedir? 

Benim hayalim, öğretmenler ve öğretmen adayları için daha fazla ”Hayallerinizde DEĞER verin” atölyeleri gerçekleştirmek, panellerde, konferanslarda konuşmalar yapmak.

18. Eğleniyor Musunuz?

”Hadi Watson, kalk!” diye haykırdı. ”Oyun başlıyor. Tek kelime etme. Hemen giyinip geliyorsun!” -Abbey Çiftliğ Vakası

”Oyun başlıyor” sözü Shakespeare’in V.Henry eserinde geçse de hızlıca pop kültür sözlüğüne geçmiş ve ayrılmaz bir şekilde Sherlock Holmes ile bağdaştırılmıştı.

Bu öbeğe daha dikkatli bakın: ”Oyun başlıyor”

”İş başlıyor.”değil.

‘Para kazanma şansı başlıyor”. değil.

Sherlock Holmes’un yaptığı iş onun için bir oyun oynama fırsatıydı, onun yaşamı haline gelen bir oyun. Holmes her daim eğlenmeye hazırdı. Bir sınıf dolusu çocukla, saatlerini, günlerini, yıllarını geçiren öğretmenler eğleniyorlar mı? Her sabah sınıfa ”Oyun Başlıyor” diyerek giriyorlar mı? Eğlenmek, eğlenebilmek aslında büyük marifet. Bu marifetini geliştirmiş öğretmenlerdeki gözlemlediğim en önemli şey girdikleri her ortamda, ister sınıf, ister eğitim ortamı isterse öğretmenler odası olsun neşeleriyle, yaşam enerjiyleriyle bulundukları ortamı ısıtmaları canlandırmaları. Eğitimlerimde, işinizi yaparken eğleniyor musunuz? diye sorduğumda ise yanıtlar şunlar oldu hep; ”Ne eğlenmesi eğlenmeye vakit mi kalıyor?, Öğretmenlik ciddi bir meslektir. Eğleniyor görününce öğrenciler üzerinde disiplin kuramayız, Öğrenciler saygı duymaz bize” Bu da bana şunu düşündürmüştür, öğretmenlerin rol model olması konusu (ciddi, mesafeli vb.) öncelikle öğretmenler üzerinde ciddi baskı yaratıyor. İçlerindeki o,  oyun başlıyor diyecek çocuğu ortaya koymalarını engelliyor. Halbuki, ”oyun başlıyor” diyebilseler öğrencileriyle bambaşka bir gönül bağı kurabilecekler.  

17. Sihirli Kelime: İş birliği 

Eğitimde dönüşümün anahtarı öğretmenlerimizde saklı. Onların zihinsel dönüşümlerinin hızla gerçekleşmesinde çalıştıkları okullarda meslektaşlarıyla işbirliği yapmanın ise ne kadar değerli olduğunu yıllar içerinde eğitim için gittiğim her okullarda gözlemledim. Jonh Meehan’ın dediği gibi ”Öğretmenlerin en değerli kaynağı birbirleridir. İş birliği yapmazsak en fazla kendi bakış açımız kadar gelişebiliriz”. Sınıflarında fark yaratan pek çok öğretmen var okullarımızda. Pek az okulumuzda ise iş birliği yaparak ortak bir amaç doğrultusunda çalışan öğretmenler var. İşbirliği yapmanın ilk adımı bir araya gelip konuşmaktan geçiyor. Okulun amaçları, öğrenciler, eğitim programları ve pek çok konuda konuşabilmek. Bunun için zaman yaratabilmek. Okul liderlerinin önceliği de bu olursa o okulda kalite ve verimlilikten söz edilebilir. Dert edinilmesi gereken bir konu olduğunu düşünüyorum. Sahi neden okullarda öğretmenler, iş birliği yapamıyor?

16. Değişime Nereden Başlamalı?

Bugüne dek gerçekleştirdiğim öğretmen eğitimlerinde istinasız en çok dile getirilen sözcük ‘’değişim’’ oldu. Öğretmenlerle aramızda; ülkenin eğitim sisteminden müfredatına, okul binalarından yöneticilerine ve hatta velilere uzanan bir yelpazede değişime dair pek çok şey paylaştık, konuştuk. Ancak bunlar değişirse eğitimde fark yaratan bir ülke olacağımız, öğrencilerimizin potansiyellerini gerçekleştirip zamana uygun becerilerle donatılacağı vurgulandı.

Değişim fark etmekle başlar. Neyi? Öncelikle kendimizi. Ahmet Hamdi Tanpınar “Hiç kimse değişime karşı değildir, yeter ki ucu kendisine dokunmasın.” der. Oysa sistemin ötesinde, öncelikle kendi etki alanımıza odaklanmak ve bakış açımızdaki değişimi sağlamak; zamanı, enerjiyi, emeği doğru kullanmamıza yol açacak anahtarların başında geliyor. Artık kronikleşmiş üç hastalığın; sorun odaklılık, kötümserlik ve “Önce onlar değişsin” anlayışının şifa bulması gerekiyor. Öğretmenlerin asıl gereksinimlerinin mesleki gelişimden önce kişisel gelişime yönelik eğitimler olduğunu gözlemledim, buna inanıyorum. Biliyorum ki, bakış açısı değişmeden bir adım ilerlenemiyor. Sevgili öğretmenler, vakit sizin için değişimi yakalama ve kişisel dönüşüm vakti!.. Önce kendinizden başlayın.

15. Duygusal Beyin Unutmaz

Öğrenme duygusal bir süreçtir. Aktif hafıza ve şimdiki zaman farkındalığını sağlayan duygusal beynin tetiklenmesi ile gerçekleşir. Eğitimin içeriği ne kadar güçlü olursa olsun öğretmenler her şeyin sonunda hissettiklerini hatırlar. İşte bu yüzden her eğitimin bitiminde onların oradan olumlu bir duyguyla ayrılmaları için elimden geleni yaptım. Bu bazen bir hikâye anlatarak, bazen birlikte bir filmi izleyerek, bazen de onlara sadece “Ne hissediyorsunuz?” sorusunu yönelterek oldu.

Aktivist şair Maya Angelou’nun dizelerindeki gibi:

Anladım ki insanlar, onlara söylediklerinizi unutur, yaptıklarınızı unutur ama onları nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar.

Yıllar geçse de öğretmenlerin aldıkları eğitimden geriye, öğrendiklerinden öte hissettiklerinin kaldığını öğrendim.

14. Kafa Karışıklığı İyidir

Fark etmek, fark edilen “şey” ile ilgili sorumluluk almaktır. Sorumluluk almak, fark ettiğimiz şeyi düzeltebilme ve dönüştürme gücünü aynı anda içimizde bulmamız anlamına gelir. Dönüşüm, dağın tepesinden kopan küçük bir kartopu parçasının hızla ve büyüyerek yol alması gibidir. Öğretmenlerin eğitimden farkındalıkla çıkmalarını sağlamak çok önemlidir. Bir şey değişir, her şey değişir. Eğitimlerimde öğretmenlerin ezberlerini bozmaktan, kafa karışıklığı ve hatta baş ağrısı yaşamalarından gizli bir mutluluk duyduğumu itiraf etmeliyim. En etkili eğitimlerin, öğretmenlerin akıllarında sorularla çıktıkları eğitimler olduğunu öğrendim. 

13. Tükenmişiz Yâr Yâr Aman

Özellikle son 7-8 yıla dayanan önemli bir gözlemim var: Çoğu öğretmen tükenmişlik sendromu yaşıyor. Öğretmenlerin pek çoğu geçmeyen, tükenmeyen yorgunluklar, hayattan zevk alamama, çabuk sinirlenme, her şeyden rahatsızlık duyma, uyku bozuklukları, odaklanamama, aşırı gerginlik ve buna bağlı sırt ağrıları, baş ağrıları, migrenler, görme bozuklukları, sindirim bozuklukları gibi şikâyetler eşliğinde mesleklerini icra ediyor. Bana kalırsa eğitim sektörü açısından bakıldığında bu durum, bir an önce çözüm bulunması gereken sorunlar arasında ilk sıralarda yer alıyor. Öğretmenlerin tükenmişlik sendromu yaşamalarına yol açan nedenler; sık aralıklarla değişen eğitim sistemi, uygulamalar, atamalar, değişen zaman, teknoloji, zamane çocukları ve aileler şeklinde sıralanabilir. Kişisel gözlemim ve görüşüm öğretmenlerin “iş yorgunluğu” olarak tanımladıkları bu durumun aslında onların iç yorgunluğu” olduğu yönünde. Onlardaki bu iç yorgunluğunu yaratan ise sorun odaklı ve olumsuz bakış açıları nedeniyle etki alanlarına bir türlü odaklanamamaları. Oysa öğretmenlerin öğrencilerine nefes verebilmeleri için önce nefes almaları gerekiyor. Kendilerine nefes alacak zamanlar yaratmalarının ne kadar önemli olduğunu görmeleri gerekiyor.

12. Sohbet En Değerli Şeylerden Biridir

Öğretmen eğitimlerinin hem teknik hem de sanatsal bir yönü vardır. Eğitimin sanatsal yanı gerçek anlamda ustalık yani bilgelik gerektirir. Eğitim sanatını icra ederken, sırt çantanızda çok fazla yöntem ve teknik bulunmalıdır. Eğitimlerde öğretmenlerin kendilerini ifade etmelerine ve meslektaşlarıyla etkileşimde bulunmalarına fırsat vermek gerekir. Bu durumu yaratmanın en güçlü yöntemlerinden biri ise onlarla sohbet etmektir. Evet… Sohbet etmek; basit, sade ancak bir o kadar da güçlü ve etkili bir yöntemdir. Eğitimlerimde yargısız, yorumsuz, amaçsız olarak öğretmenlerle sohbet etmemin onlarda anlaşılmış olma duygusu yarattığını öğrendim.

11. Oyun Deyip Geçmeyin

Oyun deyip geçmeyin. Öğretmen eğitimlerinde sıkça yer verdiğimiz yöntemlerden biri olan oyun, olumlu duygu yaratma ve öğretmenlerin içsel güdülenmesini sağlama adına sihirli bir tasarımcıdır adeta. Oyun süresince öğretmenler akış adı verilen, kişinin dikkatini tümüyle yaptığı şeye odakladığı ve zamanın nasıl geçtiğinin farkında olmadığı psikolojik bir durumu deneyimler. Bu nedenle, eğlenmenin ve gülmenin insanın temel ihtiyaçlarından biri olduğunu unutmadan, eğitim sürecinde mutlaka oyunlara yer verilmelidir. Oyunlar, kimi zaman tanışma, kimi zaman buz kırıcı, kimi zaman sadece eğlenme amacı taşır. Eğitim uzmanlarının, farklı gruplara ve içeriklere yönelik oyun havuzunun olması gerekir. Oyunlar, olumlu etkilerinin yanı sıra riskler de taşır. Eğitimlerde, rekabetten çok iş birliğini ortaya koyan oyunlar seçmek daha doğrudur.  Amaç, oyunbaz bir öğrenme ortamı yaratmak olmalıdır. Türkiye’nin hemen her yerinde öğretmenlerin “Öğrencilerimiz ya da velilerimiz bizi oyun oynarken görürse?..”düşüncesiyle tedirginlik yaşadıklarını ve bu eğlenceli deneyimden yeterince yararlanamadıklarını ifade etmeliyim. Oysa okullarımızda çok yönlülük, esneklik ve yaratıcılığın ortaya çıkması için oyunbaz öğretmenlere ve öğrenme ortamlarına gereksinim var.

10. Sen Kendini Bilmezsen Nice Okumaktır 

19.yüzyılda Birleşik Krallık’ı yöneten Benjamin Disraeli der ki “Bir başkasına verebileceğimiz engüzel armağan, yalnızca kendi zenginliklerimizi onunla paylaşmak değil onun da kendi zenginliklerini görmesini sağlamaktır.” İnanıyorum ki, öğretmenlere verebileceğimiz en büyük armağan, onların kendilerini tanıma ve değerlerini keşfetme süreçlerine katkı sağlamak olacaktır. Öğretmenlerin mesleki gelişimlerini destekleyici eğitimler ne kadar çok ve ne kadar iyi tasarlanırsa tasarlansın, ülkemizin dört bir köşesindeki milyonlarca öğretmenin kişisel gelişimlerinin desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü kendilerini tanımaya çok ihtiyaçları var. 

9. Ya Olduğun Gibi Görün. Ya Göründüğün Gibi Ol.

Bilgi, sorumluluğu da beraberinde getiriyor. Eğitimlerde, anlatılan içeriğin ne olduğundan öte nasıl anlattığımız ve nasıl bir yaklaşım sergilediğimiz ne kadar önemliymiş. Amacımız doğrudan bu olmasa da gerçek olan o ki, model oluyoruz. İyi bir model olmak içinse; sakinlik, adaletli olmak, sorumluluk, zamanı iyi yönetmek, kararlılık, net ve açık olmak ve en önemlisi de söylediklerimizle davranışlarımızın birbiriyle tutarlı olması gerekiyor.

8.Fark Yaratanlar: Hobi, Sosyal Sorumluluk ve Hayat Boyu Öğrenme

Bu topraklardaki öğretmenlerimiz birbirinden muhteşem potansiyellere sahipler ancak pek çoğu bunun farkında değil. Farkında olanlarınsa bu potansiyeli hayata geçirmeye cesareti yok. Çünkü ortaya konması gereken o cesaret, konfor alanından çıkmayı, vazgeçebilmeyi gerektiriyor. Bunu başarabilen öğretmenler elbette yaptıklarıyla fark yaratıyorlar. Hepsinin ortak özelliği ise; tutkuyla bağlandıkları hobileri, gönüllü olarak yer aldıkları sosyal sorumluluk projeleri ve hayat boyu öğrenen olmaları. 15 yıllık mesleki deneyim sürecimde öyle öğretmenlerle tanıştım ki, 35-40 yıla yaklaşan meslek hayatlarında ilk günkü gibi varlığını koruyan öğrenme heyecanları ve meraklarıyla eğitimlerime büyük renk kattılar. Hayat boyu öğrenen olmanın branştan, mesleki kıdemden, çalışılan okuldan ya da şehirden tümüyle bağımsız olduğunu biliyorum artık. Hayat boyu öğrenen olmak için içinizde o RUH’u taşımanız gerekiyor.

7.Koçluk Fark Yaratır

İnsan, aklındakini görür, işitir ve doğru sanır. Çözümler içinse aklın dışına çıkmayı başarmak gerekir. Bu çok zor bir iştir. Eğitimlerde, eğitimcinin koçluk şapkasıyla süreci kolaylaştırmasının büyük katkı sağladığını deneyimledim. Nötr bakış açısı, olumlu dil, çözüm odaklı yaklaşım ve açık uçlu sorularla öğretmenlerin konuya odaklanmasını ve üzerinde düşünmesini sağlamanın, onların önünde yeni kapılar araladığını gördüm. İşte bu yüzden özellikle öğretmen eğitimi uzmanlarının kendilerini koçluk becerileriyle geliştirmelerinin son derece önemli olduğunu düşünüyorum.

6. Plan Hiçbir Şeydir, Planlamak Her Şey

Planlamak, öğretmen eğitimlerine hazırlığımın her zaman en önemli sürecini oluşturdu. Planlamanız ne kadar iyi ise eğitim de o denli etkili ve verimli olacak demektir. Ancak deneyimlerime dayanarak belirtmeliyim ki, planlama süreci ne kadar büyük bir özen gerektirse de planınızın esneklik taşıması gerekiyor. Eğitimlerimde öyle beklenmedik durumlarla karşı karşıya kaldım ki, o anda tek yaptığım şu oldu: Ne önceye, ne de sonraya bak! Sadece yapabileceğinin en iyisini yapmak için yaptığın işe odaklan! O anda yaptığın şeyin seni ileri taşıyacağını unutma. Planlamaya her zaman güvendim  ancak ünlü boksör Mike Tyson’un sözünü unutmadan : “Ağzının ortasına yumruğu yiyene kadar herkesin bir planı vardır. 

5. Hikâye Oksijendir

Oksijensiz bir hayat olamayacağı gibi, hikâyesiz de “anlamlı” bir eğitim düşünülemez.  Hikâye anlatmak; ikna etmenin, akılda kalmanın ve anlam yaratmanın en etkili yoludur. Eğitimlerimde anlattığım, paylaştığım hikâyelerle yüzlerce öğretmenin içindeki sıcak duygulara dokunabilmiş olduğumu umuyorum.

4.Dinlemek Bir Sanattır

Usulün esastan önce geldiği tek yer, iletişim. İletişimin ilk ve en önemli basamağında ise karşımızdakini dinlemek yer alıyor. Dinlemek, ama gerçekten dinlemek… Karşımızdaki öğretmene; dikkatimizi, gözlerimizi, kulağımızı ve yüreğimizi vererek onu bütünüyle dinlemek. O anda başka bir şey düşünmeksizin, tam olarak orada olmak ve öyle dinlemek.  Etkili dinleme; satır araları, ses tonu ile vurgu yapılan kelimeler, kişinin beden dili ile ifade ettikleri ve bütünsel bakış açısı ile dinlemek şeklinde tanımlanabilir. Öğretmenleri, tüm eğitim sürecinde onları anlamak için dikkatlice dinlemek büyük önem taşıyor. Onların en çok gereksinim duydukları şeyin dinlemek olduğunu, anlatımın ötesinde dinlemeye zaman ayırmanın eğitimi nasıl farklılaştırdığını yıllar içinde öğrendim.

3.İlk Adım: Güven Ortamı Yaratmak

Eğitimde ilk önceliğin güven ortamı sağlamak olduğunu belirtmeliyim. Çünkü insanların kendini rahat biçimde ifade edebilmesi ve sürece dahil olması için, kendini güvende hissetmesi gerekiyor. İnsanlar fark edildikleri, karşı tarafın kendisine kulak verdiği ve kabul gördüğü yerde kendini ortaya koyuyor. Güven ortamı yaratmanın ilk adımında ise çoğu zaman içten bir gülümsemeyle “Hoş geldiniz”, “Merhaba” demek yeterli oluyor.

2. Hâlden Anlayan, Hâlinden Anlayanı Bulur

Empati, duygulara değer vermektir ve bağ kurmayı kolaylaştırır. Empati, eskilerin tabiriyle “halden anlamak”tır. Geride kalan 15 yılda gördüm ki; eğitimlere katılan öğretmenlerin pek çoğu eğitimden habersiz, çeşitli yargı/önyargılarla ve sorunlarla eğitim ortamına geliyor. Bu noktada öncelikle yapılması gerekenin, onların derin nefes almalarına fırsat verip “Sizi görüyorum ve anlıyorum” duygusunu hissetmelerine olanak sağlamak olduğunu fark ettim. Anlamak ise aklın değil duyguların işi… Eğitimlerimde bu anlayış hep aklımın ve kalbimin bir köşesinde yer aldı. Her öğretmenin aslında; hâlini bilen, okuyabilen, anlayabilen insanlara ihtiyaç duyduğunu hep hatırladım.

1. Pedagoji ve Androgoji Arasında Büyük Bir Fark Yok

Pedagoji ve androgoji alanında çalışan kuramcılar, iki alan arasındaki farkları; kendini algılama, deneyimler, öğrenmeye hazır olma, zamana bakış ve öğrenmeye yönelim olmak üzere 4 ana başlıkta sıralıyor. Ancak yıllar içerisindeki gözlemim ise son derece dikkat çekici. Öğretmenlerin, tıpkı çocuklar gibi kişisel kaygılarının olduğu, güvenli bir ortama gereksinim duydukları, eğitime etkin olarak katılmak, özgün birer birey olarak görülmek istediklerini yakından izledim. Eğitimde bireysel gereksinimleri göz önüne alınmasını ve mutlaka peki bu bizim ne işimize yarayacak sorusunun yanıtını almayı bekliyorlar. Eğitimlerimde, çoğu zaman öğretmenlerin, tıpkı öğrencilerimize benzedik diyerek bunu dile getirdiklerine şahit oldum.

Eğer merak ettiyseniz, nasıl ve neden karar verdim her yıl bir madde eklemeye detaylar burada

Öğretmen Eğitimleriyle Geçen 15 Yıl ve 15 Anlam

Eğitim-Bir Kitle İmha Silahı

John Taylor Gatto, New York Times gazetesi tarafından ‘’Yılın Öğretmeni’’ seçildikten sonra Wall Street Journal gazetesinde yazdığı bir yazı ile 30 yıllık öğretmenlik hayatına veda eden, okul reformu konusunda dünyanın her yerinde konferanslar veren bir konuşmacı.

John Taylor Gatto, Eğitim: Bir Kitle İmha Silahı adlı kitabıyla zorunlu eğitimin karanlık dünyasında bir yolculuğa çıkarıyor okuyucuyu. Yazar, hem sorgulatan hem de çoğu yerde hayli karamsarlığa iten bakış açısıyla; okula, eğitime, Amerikan eğitim sisteminin geçmişten günümüze kadar geçirdiği evrelere ve özellikle standart testlere dair görüşlerini eleştirel bir dille ortaya koyuyor. John Taylor Gatto’nun görüşleriyle ülkemiz eğitim sisteminde yaşanan sorunlar arasında pek çok yerde paralellik görebiliyoruz. Kitapta, yer alan bazı cümlelere noktasına virgülüne kadar katılırken, bazılarına da hiçbir şekilde katılmayabilirsiniz. Ancak şundan emin olabilirsiniz: kitabı okuyan okulunuzdaki meslektaşlarınızla bol bol tartışabileceksiniz. Milli Eğitim Bakanlığının, Eylül ayı seminer ayı programında bu kitaba yer verilmesi ve tüm öğretmenlerce okunarak tartışılmasının belirtilmesini çok önemli buluyorum. Umarım yapılacak tartışmalar, okulların kendi öz değerlendirmelerini yapmalarına katkı sağlar.

Gatto, Eğitim: Bir Kitle İmha Silahı kitabında, eğitim ile okul eğitimini aynı anlamda kullanmıyor. Eğitimi,  şu cümlelerle tanımlıyor: Eğitim büyük oranda kişinin kendisinin başlattığı bir şeydir; geniş deneyimlerden, devamlı iç gözlemlerden, kişinin kendi amacına dikkat dağıtıcı şartlara rağmen odaklanabilme yetisinden dokunmuş bir duvar halısıdır; merak, sabır, yoğun gözlemden oluşan bir bileşimdir ve esaslı bir şekilde deneme yanılmaya bağlı risk alma yanında çevreden   geri bildirim edinebilme yeteneği gerektirir.

Kitaptan paylaşmak istediğim birkaç bölüm ise şunlar:

‘’Acaba okulların ve –hazır yeri gelmişken de-üniversitelerin müfredatları, ne zamana dek öğrencilerin uzun mahpusluk saatlerini doldurmak için basit bir dolgu maddesi gibi kullanılacak? Kapana kıstırılmış olan hayatlar canlılıklarını kaybetmeden ve isyan ettirilmeden güvenli bir şekilde özgürlüklerine kavuşturulamaz mı?’’

‘’…..Karmaşık bir toplumda esnek bir yapıya sahip olan insanlar adaptasyon yetenekleri sayesinde en güzel şekilde yaşayabilirler ama okul dediğimiz kurumsal yapı, acınası kural takipçilerini, katı tutumlu insanları ödüllendirir. Hepimizin hem toplumda etkili olmak hem de bağımsız kalabilmek adına olayların iç yüzünün asıl keşfedeceğimizi ve kendi öğrenme sürecimizi nasıl yöneteceğimizi bilmeye ihtiyacımız var fakat gün boyu süren hapishane hayatıyla okul, insanların kendi adına bir şeyler öğrenme şevklerini söndürür. Gerçek öğrenmeye dönük gayretler, okulda düşük sınav sonuçlarına yol açar. Eğer okulda eğitim adına bir şeyler gerçekleşiyorsa bu, okul sayesinde değil, okula rağmen meydana gelir. Okulun gerçek meselesi öğrenmek değil, başarıdır. Okulda dikkatler hiçbir zaman düşünme ya da performans kalitesine yönelmiş değildir; dikkatler tamamen farklı bir şeye, başaranların attıkları şeref turuna yetişmeye yönelmiştir…..’’

‘’….İlkokulda kendini geliştirmenin sayısız yolu ve kaliteli bir hayatın yüzlerce çeşidi olmasına rağmen, okuldaki en temel öğe ‘’Yapma!’’ sözcüğüyle kendini belli eden sınırlandırmalardır: Koşma, konuşma, ağaçlara tırmanma, sert oynama, elini kaldırmadan konuşma, kıpırdanıp durma, yerinden kalkma, pencereye bakma, ayakkabılarını çıkarma, sınıfta bir şeyler yiyip içme, gülme, geç kalma, hızlı okuma, yoldan çıkma, ‘’Sıkıldım’’ deme, büyük çocukların arasına karışma, şikayet etme, sınıfa oyuncak getirme vs. Bunların yanı sıra bir de ima edilen ‘’Yapma!’’emirleri vardır: Kendi düşüncelerini üretme, kendi başına bir işe girişme, bağımsız olma, kendi tercihlerini yapma, öğreneceğin konularla ilgili kendi sorumluluğunu üstlenme….’’

Ülkemiz eğitim sisteminde görev almış, 30 yıldan sonra emekli olan binlerce öğretmenimiz vardır. Görev yaptıkları yıllar içerisinde, kim bilir neler yaşadılar? Nasıl deneyimler kazandılar? Okula, eğitime, öğrenciye, öğrenmeye dair eleştirileri, öğrenilmiş dersleri, önerileri neler? Bilmiyoruz, çünkü yaşanılanlar konuşulmaktan öteye gitmiyor gidemiyor. Notlar alsalardı, tıpkı Gatto’nun yaptığı gibi kitap yazsalardı ne güzel olurdu. Çünkü bunca bilginin içerisinde en çok yaşanmış hikayeler iz bırakıyor, katkı sağlıyor. Umarım mesleğe yeni başlamış/başlayacak öğretmen adayları mesleki günlüklerini tutarlar.

 Zorunlu eğitimin karanlık dünyasına yolculuk etmek isteyenler bu kitap sizin için…

egitimkitleimhasilahı

Bu yazım 25.08.2018 tarihinde Eğitimpedia‘ da yayınlanmıştır.

Bu kitabı, insanların okumasını sağlayan ve de Hayvan Ambulansı ve Tedavisi sistemini finanse edebilecek Kitap Koala ‘dan temin edebilirsiniz. 

Öğretmenler İçin Yaz Tatilinde Keyifle İzleyecekleri 7 Dizi

Hayata başka açılardan bakmak gerek, bazen yavaşlayıp ufuk çizgisini görebilmek için… Yoğun geçen bir eğitim-öğretim yılından sonra öğretmenlerin öncelikle kendi zihinlerini, ruhlarını ve bedenlerini dinlendirmelerinden yanayım. Öğrenme-öğretme bir yolculuk esasında. Bu yolculukta zaman zaman esler vermek gerek. Milli Eğitim Bakanımız, Ziya Selçuk’un ‘’Biz öğretmenlerin bu yolculukta asıl hedefimiz kendimiz olmaktır. ‘’Kendi’’ olan bir öğretmenin zaten öğrencileri de kendisi olur’’. sözlerine yürekten katılıyorum. Kendi olma yolculuğunda, sanatın, sporun, doğanın, filmlerin ve dizilerin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Son iki yıldır izlediğim (her birini 2’şer kez izledim) hayata, çocuğa, gençlere, aile olmaya, ebevenylere, öğrenmeye, şiddetli iletişime, insan ilişkilerine dair nefis hikayelerin olduğu 7 diziyi izlemenizi öneririm. Yazın şu sıcak günlerinde içinizi serinleten, farkındalık yaratan bu diziler belki de kendinize, öğrencilerinize ve olaylara başka bakış açılarından bakabilmenizi sağlayacak, bir nebze de olsa. Dizileri  Netflix ve internetteki farklı platformlardan izleyebilirsiniz. İzlediğiniz dizilere dair, geribildirimlerinizi twitterdan üzerinden  @mursidedemirkol adresine almaktan mutlu olurum. 

İyi seyirler…

1. This Is Us

ThisIsUs

This Is Us,  bir aile dizisi. İnsanın adeta ruhunu dinlendiren sımsıcak bir dizi. Aksiyon, entrika, kavga gürültü yok. Ne var peki? Hayat, hayaller, aile, ebeveyn olmak, sevgi ve daha pek çok şey var. İletişimin gücüne ve ilişkilere odaklanıyor, ebeveyn-çocuklar, kardeşler, eşler arasındaki. Her bölüm sonunda hüznü ve tebessümü bir arada bırakıyor izleyenlere. Aile ve değerlere dair pek çok şeyi yitirdiğimiz, unuttuğumuz, özlem duyduğumuz pek çok şeyi hatırlatıyor. Kurgusuyla da hayli dikkat çekiyor. Dizide, geçmiş ve şu an iç içe ilerliyor. 

Dizinin merkezinde birbirleriyle bir şekilde bağlantılı olan ve hepsinin doğum günü aynı olan bir grup insan var.  İlk bölümden itibaren dizideki karakter arasındaki bağlar öylesine etkileyici bir şekilde işlenmiş ki. Anın değerini bilmek, aile ile geçirilen zamanların çocuklarda nasıl izler bıraktığı, ebeveyn olarak çocuklarımıza nasıl koçluk yapabileceğimiz, sevginin yaşamın tüm zamanlarındaki etkisi ve daha pek çok şeye dair mesajları var. İşin güzelliği mesaj verme kaygısı olmadan öyle derin ve anlamlı bir hikaye olarak sunuluyor ki. Özellikle baba rolündeki Jack’in her bir çocuğuyla kurduğu gönül bağı ise tek kelimeyle ‘’muhteşem’’.

Dizi, 2 sezon ve  her sezonu 45 dakikalık 18’er bölümden oluşuyor. Sonbahar’da 3.sezonu izlemek için sabırsızlanıyorum. Bugünlerde  ise ikinci kez izliyorum.  Şu yaz sıcaklarında adeta terapi gibi gelen bir dizi. Sevginin ve umudun hala geçer akçe olduğunu hatırlatıyor.

2. 13  Reasons Why

13-reasons-why-

Dizi, Türkçe’ye de çevirilen Jay Asher’ın ‘’Ölmek İçin On Üç sebep’’ adlı  romanından uyarlanmış. Bir  lise öğrencisinin intiharını konu ediyor. Akran zorbalığı, şiddet, ihmal ve istismara dair çarpıcı detayları barındıran dizi de  Libert Lisesi’nde öğrenci olan 17 yaşındaki Hannah Baker’ın intiharının perde arkasını anlatan bir yapım. 2 sezon ve 13’er bölümden oluşuyor. Dizi o kadar ses getirince 3.sezonu için onayını almış. 2019 yılında izleyeceğiz artık.

Dizideki bölümlerde geçmişle şimdiki zaman iç içe, bir yandan Hannah’dan sonraki yaşananları izlerken, bir yandan da Hannah’ın neler yaşadığına tanık olduğumuz bir şekilde ilerliyor. Geçmiş ve şu an arasındaki geçişlerdeki renk değişimi çok çarpıcı. Dizide vurgulanmak istenen yaşam sevinci ve o sevincin el birliği ile yok edilmesini renk değişimi metaforuyla hissettiriyor.

Özellikle Lise öğretmenleri, yöneticileri ve rehber öğretmenlerin izlemesini öneririm. Şiddet içeren sahneler olduğundan öğrencilerinize önermenizi ve öğrencilerle izlenmesi uygun değil.

Bir gencin hayatına dokunan her bir kişinin; aile, okul, öğretmenler, arkadaşların aslında çok da şuuruna varmadan o kişiyi etkilediğini çoğu zaman dönüşü olmayan yollara soktuğunu öylesine çarpıcı bir şekilde aktarılıyor ki, yaptığımız işin sorumluluğunu ve taşıdığı yükü bir kez daha anlıyoruz.

3. Young Sheldon

young-sheldon

Bu dizi,  bol ödüllü The Big Bang Theory dizisinin bir parçası adeta. The Big Bang Theory’deki Sheldon karakterinin çocukluğunu izliyoruz. Dizi, 1989 senesinin Doğu Teksas’ında geçmekte. 9 yaşındaki Sheldon Cooper’ın sınıf atlayarak lisedeki abisiyle aynı sınıfta olmasının yarattığı sorunları izliyoruz. İkiz kız kardeşi, abisi, anne-babası ve büyük annesiyle yaşayan Sheldon’un hikayesi, 20 dakikalık dizi olarak tasarlanmış. Komedi türündeki dizinin başrolündeki Zoe Perry çok başarılı. Benim dizideki ikinci favorim ise ikiz kız kardeşi. Özellikle üstün yetenekli bir çocuğun okulda yaşadığı zorbalıkları, ailesiyle yaşadığı çatışmaları eğlenceli bir üslupla izliyoruz. Özellikle duygusal-sosyal zekanın bir çocuğun gelişiminde ne kadar önemli olduğunu görmek açısından izlemenizi öneririm.

4. Deha (Genius) 

deha

2017 yılında National Geographic’de yayınlanan ve belgesel serilerinden biri olan Albert Einstein’ın hayatının anlatan Deha 171 ülkede 45 farklı dilde yayınlanacak 10 bölümlük bir dizi. Walter Isaacson’ın “Einstein: His Life and Universe” adlı kitabından uyarlanan Deha, zeki, hayalperest ve isyankar bir patent memurunun bir öğretmenlik diploması ya da doktorası olmadan nasıl evrenin ve atomların gizemlerini ortaya çıkardığını ele alıyor. Dizinin her bir bölümünde,  Einstein’ın bir başka keşfini izliyoruz. Bir bilim adamının bilim serüvenini izlerken aynı zamanda tutkulu ve karmaşık kişisel ilişkilerine de tanık oluyoruz.

Yönetmenliğini Oscar ödüllü Ron Howard’ın üstlendiği Deha’da Albert Einstein’ı; Oscar, Altın Küre, Emmy ve Tony ödüllü oyuncu Geoffrey Rush, gençliğini ise Johnny Flynn canlandırıyor.

5. The Good Doctor

thegooddoctor

House dizisi severlerdenseniz,  cerrahlar arası rekabetle doktor ve hastane temalı diziler ayrı bir merakınız var ise bu dizi tam size göre.  Dizinin konusu kısaca şöyle: Shaun Murphy Savant Sendromuna sahip otizmli bir gençtir. Tıp eğitimi almasıyla birlikte asistanlığını yapma zamanı geldiğinde 14 yaşından beri akıl hocalığını yapan, Aaron Glassman’ın başkanı olduğu San Jose St. Bonaventure Hastanesi’ne başvuruyor. Sorunlu bir çocukluk geçiren, durumundan dolayı insanlarla ilişkilerinde zaman zaman sorunlar yaşayan Shaun, hastanede çalışmasıyla birlikte bir yolculuğa atılmış oluyor. Dizinin her bir bölümünde insan ilişkilerine çok değerli detaylar yakalıyorsunuz.

Otizmli bir bireyin, destekle neleri başarabileceğinin gösterildiği diziyi otizm tanılı öğrencisi olan öğretmenler özellikle izlemeli.

6. Big Little Lies

biglittlelies

Avustralyalı yazar Liane Moriary’nin aynı isimli romanından uyarlanan ‘Big Little Lies’, pek çok dalda (en iyi mini dizi, en iyi yönetmen,  en iyi kadın oyuncu, en iyi yardımcı kadın oyuncu, en iyi yardımcı erkek oyuncu, en iyi cast ve en iyi müzik yönetimi) ödül aldı.

Özellikle dizin giriş müziği efsane. Göz atmak isterseniz tıklayın…

Bir grup anaokulu öğrencisinin ebeveyninin, bir cinayet soruşması hikayesine odaklanan dizi, kadına şiddet, aile içi şiddet, istismar konularına vurgusu ve farkındalık yaratması açısından önemli. Çocuk oyuncuların performansları ise çok iyi. 7 bölümlük dizinin, ilk sahnesinden son sahnesine kadar cinayeti işleyen kişiyi  tahmin etmeye çalışıyorsunuz. 

Gerilim, zaman zaman şiddet içeren sahneleri olan diziyi yanınızda çocuklar olmadan izlemenizi öneririm. Okyanus  manzaralı evlerde mutsuzluk kol gezerken ve herkesin bir sırrının olduğu  klasik bir polisiye dizisinin ötesinde mesajlar içeren dizi o kadar yankı uyandırdı ki mini dizi olarak çekilmesine rağmen, 2.sezonu çekilmeye başlandı.

7. Atypical

Atypical

Otizm spekturumu bulunan 18 yaşındaki Sam’i ve ailesini odağına alan samimi, akıcı bir komedi dizisi. 10 bölümlük dizide, Sam’in hayata bakış açısı, iç dünyasında yaşadıkları ekrana yansıtılıyor. Hem kendini hem de başkalarını anlama çabasındaki Sam’in ergen olmanın yarattığı sorunlarla başa çıkması anlatılıyor. Bir gencin büyüme yolculuğunu izleyeceğiniz dizi, ebeveynlerin çocuklarını koruma çabasının onların gelişimini nasıl olumsuz etkilediğine de tanık oluyoruz bir yandan da.

Bu yazım 25.07.2018 tarihinde www.egitimveegitim.com’ da yayınlanmıştır.

 

Telgraftan Tablete

‘’Türkiye’nin 5 Kuşağına Bakış’’

‘’Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer’’.  –İbni Haldun, Mukaddime

Neşet Ertaş’a bir röportajda sunucu sorar; Neden yeni yapılan türküler, sizinkiler kadar kalıcı olamıyor? Neşet Ertaş ise şu yanıtı verir: ‘’Biz çekmediğimiz derdin türküsünü yakmayız gızım’’.  Çok derin bir o kadar da anlamlı bir sözdür benim nazarımda. Yıllardır da çalışma ilkelerimden biri olarak kabul etmişimdir. Kuşaklar üzerinde çalışan bir araştırmacı olan Evrim Kuran’ın yeni çıkan, Telgraftan Tablete kitabını okurken ilk hissiyatım bu oldu: Çekmediği derdin türküsünü yakmayan bir kitap ve yazar.

 Evrim Kuran’ın, Destek Yayınlarından çıkan, Telgraftan Tablete isimli ilk kitabının –umarım devamı gelir- arka kapağında kendine ve kitabına dair şu satırları paylaşmış bizimle;

‘’Yirmi birinci yüzyılın ilk yılından bu yana kuşaklar üzerinde çalışıyorum. Bir kuşağı anlamak, bir dönemi anlamaktır. Bir dönemi anladığınızda paradigmanın kıskacına sıkışmaktan kurtulursunuz. Ve sizin gibi olmayanları kendinize ait yargılarla değil, onlara gerçeklerle görmeniz mümkün olur. Bu mümkün olduğunda ise dönüşürsünüz.

İşte ya da evde…Bir şirket olarak ya da birey olarak…

Bir kuşağı anlamak, suya atılan taş gibi, etkisi dalga dalga büyüyen, yaşama, geçmişe ve geleceğe dair müthiş bir kavrayış sağlar. Hoşgörü sınırlarınızı genişletir, zamanın ruhuna yaklaştırır ve her adımda yargılayan değil öğrenen olmaya yönlendirir.

Çünkü bir Çin atasözünde de söylendiği gibi ‘’Bir kuşağın diktiği ağacın gölgesinde öteki kuşlar serinler’’

İyi bir hikaye dinlemeye, okumaya hasret kaldığımız şu günlerde, Evrim Kuran 5 kuşağı  kendi ailesinden yola çıkarak 5 farklı hikayeyle paylaşmış kitabında. Kitapta yer alan başlıklardan birkaçı şunlar; kuşakların döngüselliği, kuşak arketipleri, kuşak karakteristikleri.

Evrim Kuran, sade, samimi sahici bir dille yazdığı kitabında; Hikayeciliği ve ustalık yaklaşımı ile çok değerli olan Bebek Bombardımanı Kuşağını, sonuç odaklılığı ve iş bitiriciliği ile çok etkin olan X Kuşağını ve inovatif arayışları ve statükoya meydan okuyan sorgulamaları ile çok yenilikçi olan Y Kuşağı’nın özellikleri, hayatı nasıl  anlamlandırdıkları, özellikle iş hayatındaki davranış kalıplarını, alışkanlıklarını detaylı, incelikli ve nötr bir bakış açısıyla sunuyor. Ayrıca kitapta,  Innısiht’ın S&P 500 şirketlerinin tepe yönetimleri ile 2016 yılında yaptığı Kurımsal Uzun Ömürlülük araştırması, Ulusal Gençlik Vakfı’nın 2017 Küresel Gençlik Refah İndeksi, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri, Universum En Çekici İşveenler Araştırması, Universum İşgücü Mutluluk İndeksi, Dünya Ekonomik Forumu ‘’İşlerin Geleceği’’ raporu ve  Bir Bakışta Eğitim: OECD Göstergeleri 2017 raporlarından önemli veriler paylaşılmış. Telgraftan Tablete kitabının güçlü yönlerinden biri de güncel araştırma ve raporlara yer verilmiş olması diyebilirim.

Kitapta pek çok cümlenin altını çizdim. İşte onlardan birkaçını sizlerle paylaşıyorum.

‘’Bir kuşak gelir ve bir öncekinin koyduğu kuralları değiştirmek ister’’.  

‘’Benzer şekilde, şirketler açısından 50+çalışanların bir diğer önemi de hikayeci bir sandviç Kuşağı olarak, çok başarılı ve doğal ‘’mentorlar’’ olmaları. Özellikle Y jenerasyonu liderliğinde mutlaka başvurulması gerekli bir kaynak olarak gördüğüm mentorluk sisteminde en başarılı mentorların 50+ çalışanlar olduğunu deneyimliyorum’’

‘’Bir nesli anlamak için, hayata ideolojik kulelerimizden değil, o kuşağın gerçeklerinden bakmalıyız’’.

‘’Tüm liderlerin gençlerin ‘’yaratıcı yıkıcılığına’’ kulak verecek cesarette olmasını tavsiye ederim’’.

‘’Bebek bombardımanı döneminin  ‘’üretici merkezliliği’’,  X  kulağı döneminin ‘’ürün merkezliliği’’, Y kulağı döneminin ‘’tüketici merkezliliği’’nden sonra, şimdi Z Kuşağı ile ‘’bağlam merkezli’’ dönemin başladığı ortada.  Bağlam merkezlilik eğitimden iş yaşamına varan süreçlerde hayatı nasıl etkileyecek? Fikrimce, müdürler, öğretmenler, fikir liderleri, markalar, şirketler vb. sahnedeki bilge kişilik olmaktan ve ‘’kolaylaştırıcı’’ bir rehber olma kimliği kazanmak zorunda kalacaklar. Bağlamı iyileştirme yolu olan birer ‘’küratör’’ olmayı seçmek durumunda olacaklar. Bir başka deyişle, 19. Yüzyılın reaktifliği, 20.yüzyılın proaktifliği, 21.yüzyılın bu döneminde yerini ‘’koaktif’’liğe bırakacak. Yani eğitimden tüketime, üretimden iletişime her süreçte hegemonyanın ezberleri bozulacak ve fark yaratmak değil de değer yaratmaya odaklanılacak. Daha yaratıcı, daha sahici, daha uyumlu bir dönem böyle inşa olacak. Z Kuşağı’nın ergin bireyler haline geleceği yakın gelecekte, sadeleşme, sürdürülebilirlik, girişimcilik ve sivil toplum inisiyatiflerinin değer kazanacağını, doğa dostu ürünler, barışçıl bir dil ve yaratıcı zekanın her zamankinden daha kıymetli olacağını düşünüyorum’’.

Kendini dönüştürmeyi, kuşakları anlamayı, yaşamı iyileştirmeyi şiar edinenler bu kitap sizin için…

telgraftantablete

Bu yazım 05.07.2018 tarihinde Eğitimpedia‘ da yayınlanmıştır.