Ana Sayfa Blog Sayfa 2

Ortalamanın Sonu

“Yeni bir şeyler öğrenmenin en zor kısmı, yeni fikirleri benimsemek değil eskilerden kurtulmaktır.” – Todd Rose

Her birimiz birbirimizden farklı olmamıza rağmen, 20. yüzyılın başlarından günümüze kadar sosyal bilimcilerin ve politikacıların çoğu, insanlar hakkında ortalamaya göre karar alıyor ve almaya da devam ediyor. Bunda sosyal problemleri çözmek için matematiği kullanmayı yeğleyen Avrupalı iki bilim insanının yaptıkları çalışmalar etkili oldu. Onların çalışmalarının etkisiyle ‘’Ortalama Çağı’’, toplumun hemen her üyesince bilinç dışı bir şekilde paylaşılan iki varsayımla karakterize edildi: Adolphe Quetelet’in ortalama insan fikri ve Francis Galton’un sıralama fikri.

Todd Rose bu ortalamacı bakış açısının ilk çıkış hikayesinden bugüne gelişimini Ortalamanın Sonu kitabında açık ve akıcı bir anlatımla dile getiriyor. Paloma Yayınevinden, Tufan Göbekçi’nin çeviriyle yayınlanan Ortalamanın Sonu‘nu özellikle bireyi odağına alan, eğitim, insan kaynakları ve yönetim alanında çalışanlara öneririm. Çünkü bütün iş yerlerinin, bireyleri ortalamayla kıyaslayarak değerlendirme, sınıflandırma ve yönetmeyi öngören “ortalamacılığın” prensiplerine göre tasarlandığını görüyoruz.

Ortalamanın Sonu kitabının basit bir önermesi var: Hiç kimse ortalama değildir. Ne siz, ne çocuklarınız, ne çalışma arkadaşlarınız, ne öğrencileriniz, ne de eşiniz. Harvard Eğitim Enstitüsü Akıl, Beyin ve Eğitim Programının yöneticisi ve kitabın yazarı Todd Rose, paylaştığı prensipleriyle okul, iş ve kişisel hayatımızda performansımızı nasıl artıracağımıza dair bilgileri ve kendi hayat hikayesinden anekdotlarla paylaşıyor.

Kitapta en ilgimi çeken bölüm, 1880’lerde Amerika’da tarım ekonomisinden sanayi ekonomisine geçerken Frederick Winslow Taylor’ın, ortalamacılığın temel öğretisini -bireyselliğin önemli olmadığı fikrini – benimseyerek, işletmelerde verimsizliği sistemli biçimde ortadan kaldırabileceğine inanarak yaptığı çalışmalar oldu. ’’Geçmişte insan öncelikliydi, gelecekte sistem öncelikli olmalı’’ diyor Taylor. Taylor, matematik öğretmeninin ev ödevlerini standart hale getirme yönteminden ilham alarak, her endüstriyel işlemi standart hale getirmek için kullanabileceğini fark etti. Standartlaştırmış bir sistemi amaçladı ve sonrasında bunu, eğitim sistemi başta olmak üzere tüm kurumlarda kullandı.

Örnek verecek olursak; sağlığımız, sosyal hayatımızın ve kariyerimizin ortalamadan çok sapması, neredeyse hepimizin endişelenmesine neden oluyor. Örneğin, Vücut Kitle İndeksi’nin ortalama sağlığı belirlemek için kullanılmasıyla, ortalamanın üstünde ya da altında yer almak sağlıksızlık işareti olarak görülüyor.

Kitaptan en sevdiğim birkaç alıntıyla bitirmek istiyorum:

‘’Yirmi birinci yüzyıl eğitim sistemimiz tam da Edward Thordndike’ın hedeflediği gibi işliyor: İlk notlarımızdan itibaren ortalama öğrenci için tasarlanmış standart eğitim müfredatındaki performansımıza göre sıralanırız; ortalamanın üstündekilere ödüller ve olanaklar sunulurken, ortalamanın altında kalanlar kısıtlama ve küçümsemeyle karşılaşırlar. Çağdaş uzmanlar, politikacılar ve aktivistler eğitim sistemimizin çöktüğünü ileri sürseler de gerçekte durum bunun tam tersi. Son yüzyılda eğitim sistemimizi, iyi yağlanmış Taylorcu bir makine gibi işlemesi için kusursuz hale getirdik ve mimarisinin ilk başta yerine getirmek üzere tasarlandığı şu amaç doğrultusunda bu sistemden son damlasına kadar yararlandık: Öğrencileri toplumdaki doğru yerlerine göndermek için onları etkin biçimde sıralamak.’’

‘’Hepimiz farklıyız. Ortalamadan biraz daha uzun ya da biraz daha kısayız; maaşımız ortalamadan biraz daha fazla ya da biraz daha az ve fiyatı ortalama olan evi kimin satın aldığını merak ediyoruz. Etrafımızda hep ortalama insanlar olduğunu düşünüyoruz; boyu ortalama, maaşı ortalama, evi ortalama olan insanlar’’.

‘’Her gün ortalamalara göre ölçülüyor, ne kadar yaklaştığımıza ya da ne kadar uzağında kaldığımıza göre değerlendiriliyoruz. Ancak ortalama sadece kendimizi nasıl gördüğümüzü etkilemekle kalmıyor, toplumumuzun tamamı bu “ortalama herkese uyar” modeli üzerine kurulu. Okullar ortalama öğrenciler için tasarlanmış. Sağlık hizmeti ortalama hasta için tasarlanmış. İşverenler iş tanımlarını ortalama kariyer yolunda ilerleyen çalışanlarla doldurmaya çalışıyorlar. Hükümetler ortalama insana hizmet etmeye yönelik programları ve girişimleri uygulamaya koyuyorlar. Bir yüzyılı aşkın süredir, kurumlarımızı yönetmenin en iyi yolunun ortalama insana odaklanmak olduğuna inanıyoruz. Ancak rakamları deştiğinizde, inanılmaz bir gerçekle karşılaşıyorsunuz: Kimse ortalama değil. Yani herkes için kurulmuş olan toplumumuz gerçekte kimseye hizmet etmiyor’’.

Standartizasyon ve ortalamaya dayalı bakış açısının yavaş yavaş değiştiğini görüyoruz. Bireysel yetenek ve performansı bir tek skalada veya birkaç skadala da sıralamak son derece mantıklı görünmesine rağmen 2015’de Google, Deloitte ve Microsoft sıralamaya dayalı işe alım ve değerlendirme sistemlerini ya değiştirdiler ya da tamamen terk ettiler. Bunlar olumlu gelişmeler. Aynı şekilde yükseköğretimde de diplomalar yerine yeterlilik belgeleri; öğrencilerin kendi eğitim yolunu seçmelerine izin vermek gibi gelişmeler yaşanıyor. Yükseköğretimde, fabrikaları model alıp hiyerarşi ve standartizasyona değer veren bir sistemden, her öğrencinin kendine en çok uyan eğitimi alabileceği dinamik bir sisteme geçişe dair gelişmeler de mevcut. Gönül istiyor ki bu, tüm okul kademelerine yayılabilsin.

Aynı olmaya değer veren bir dünyada, başarılı olmanın yolunu bilmek isteyenler, bu kitap sizin için..

ortalamanınsonu

Bu yazım 21.06.2018 tarihinde Eğitimpedia‘ da yayınlanmıştır.

Yeni Nesil Çocuk

Sorunlar yerine olasılıklara baktığınızda, gelecek sınırsız fırsatlarla doludur.

 Zig Ziglar

 

‘’Çocuklarımıza ve gençlerimize nasıl yaklaşıyoruz? Bütün insanlık tarihinde, yaşamak için şimdikinden daha iyi bir dönem hiç olmadı ve üstelik gelecek bize çok daha güzel günler vaat ediyor. Ne var ki geleceğin dünyasında yaşamanın çok zor olacağı düşüncesi sürekli beynimizi kemiriyor.

 Gelecek gerçekten de son derece tuhaf ve öngörülemez bir yer olabilir. Peki, ama yaşanacakları olumlu yönde etkileyemeyeceğimizi kim söylüyor? Bunu pekâlâ başarabiliriz. Çünkü gelecek üzerinde sandığımızdan çok daha fazla kontrol gücümüz var.

 Bizi bekleyen geleceği birçok açıdan şekillendirebiliriz. Çocuklarımızı da bunu yapabileceklerine inandırmak zorundayız’’.

Bu sözler, hayat boyu eğitimci, ebeveyn, fütürist ve School2School’un kurucu ortağı Tony Ryan’ ait. Tony Ryan, Yeni Nesil Çocuk kitabında, çocuklarımızın geleceği şekillendirme becerisini geliştirmenin öneminin daha iyi anlaşılması için önerilerde bulunuyor.

Her şey kötüye gidiyor, ne olacak bu dünyanın, memleketin hali? Düşüncesini, anne babalarından, yakınlarından, duymayan genç, kalmamıştır. Bu düşünce tabiî ki gençlerin geleceğe dair umutsuz, kaygılı, korku içinde olmasına katkı sağlıyor. Nisan ayında Levent Göktem’in çevirisiyle Optimist kitaptan çıkan, Yeni Nesil Çocuk kitabı gençlerin bugün yapacakları tercihlerle kendileri için güzel bir geleceği nasıl inşa edebileceklerini anlatıyor.

Yeni Nesil Çocuk kitabında, en ilgimi çeken ise, her bölümün sonunda yer alan Yeni Kuşakla Nasıl Konuşmalı? başlıklı sayfalardı. Çocuklarımızla nasıl bir üslupta konuşmamız gerektiğine dair güzel örnekler yer alıyor. Üslubun esastan önce geldiği tek yerin iletişim olduğu gerçeğini aklımızdan çıkarmayalım.

Fransız yazar  Anais Nin’in dediği gibi, ‘’Bizler dünyayı olduğu gibi görmeyiz. Kendimiz nasılsak dünyayı da o şekilde görürüz’’. Ebevenyler olarak, her baktığımız yerde en kötüyü görüyor ve çocuklarımıza bunları gösteriyorsak, bu bakış açımızı değiştirmekle başlamalıyız ilk adım olarak. Ve ikinci adım olarak da geleceğe, geleceklerine dair onlara ifade ettiğimiz her bir kelimeye daha bir önem ve özen göstermeliyiz. Geleceğe, geleceklerine dair  kelimeler umut ve  iyimserlik mi içeriyor, yoksa kötümserlik ve umutsuzluk mu içeriyor?

Yeni Nesil Çocuk Kitabı, üç kısımdan oluşuyor;

  • Birinci Kısımda:Çocuklarımızı ne bekliyor? Konuya giriş niteliği taşıyan bu bölümlerde teknolojinin düşünce ve davranışlarımızı değiştirme gücüne ve çalışmayla ilgili tercihlerimizi ne şekilde etkilediğine odaklanılıyor, geleceğin çocuklarımıza sunacağı heyecan verici imkân ve fırsatları ele alınıyor.
  • İkinci Kısımda: Temel beceriler. Çocuklarımız, kendilerini bekleyen belirsiz gelecekte hangi becerilere sahip olmalı? Sorusu çerçevesinde, ana hatlarıyla bu becerilerin neler olduğu açıklanıyor.
  • Üçüncü Kısımda:Olağanüstü bir hayat yaratmanın yolları başlığında

Kitapta belirtilen,  bilgi ve önerilerin girişimcilik, filantropi ve çeşitli projeler vasıtasıyla gündelik hayatta nasıl uygulanabileceği aktarılıyor.

 Çocuğuna ‘’gelecekte dünya nasıl bir yer olacak’’ diye sormak yerine, ‘’Geleceğin dünyasını nasıl şekillendirmek istersin’’ diye sormayı tercih edecekler bu kitap sizin için.

yeninesilçocuk

Bu yazım 25.05.2018 tarihinde Eğitimpedia‘ da yayınlanmıştır.

Siz, Çocuğunuz ve Okul

Okul çağında çocuğu olup da endişesi olmayan ebeveyn yok gibidir.  Okullarla ilgili ise pek çok soru işareti var zihinlerinde. Eğitime dair pek çok sorunun gün geçtikçe çığ gibi büyümesi ise ebeveynleri umutsuzluğa itiyor.  Siz, Çocuğunuz ve Okul  kitabının  bu umutsuzluğa bir nebze de olsa iyi geleceğini düşünüyorum.

Dr. Ken Robinson  Öz, Yaratıcılık ve Aklın Sınırlarını Aşmak ve  Yaratıcı Öğrenciler kitabından sonra, Siz, Çocuğunuz ve Okul Kitabı ile okurlarıyla buluştu. Bu kitapları Kitap Koala‘dan temine edebilirsiniz. Böylelikle sosyal bir girişimi de desteklemiş olursunuz.  Odağına ebeveynleri alan, Dr. Ken Robinson’un  bu kitabı,  öyle hızlıca okunup bırakılacak bir kitap değil.  Tekrar tekrar okunmalı ve satır satır anlaşılmalı.

Peki bu kitap size nasıl yardımcı olabilir? Bu sorunun yanıtını Dr. Ken Robinson şu cümleleriyle açıklıyor.

‘’ Bu kitap size nasıl yardımcı olabilir? Kitabın sizin için üç açıdan faydalı olacağını umuyorum. Birincisi, çocuğunuzun bugünlerde ihtiyacı olan eğitim türüne bakıp ebeveyn rolünüz ve eğitim arasında nasıl bir ilişki kuracağınızla ilgilidir. Aileler genellikle çocuklarının kendileriyle aynı tür eğitime ihtiyaç duyduğunu düşünür. Bu, genellikle ne çeşit bir eğitim aldıklarına bağlıdır ama genellikle de doğru değildir. Dünya o kadar hızlı değişiyor ki eğitimde değişmek zorundadır. İkincisi, çocuğunuzun eğitimine yardımcı olurken karşılaştığınız zorlukları görmektir. Bu zorlukların bazıları, kamu politikalarıyla ve daha genel olarak içinde bulunduğumuz dönemle ilgilidir. Üçüncüsü, ebeveyn olarak bu zorlukları aşmak için seçeneklerinizin ve gücünüzün farkında olmaktır.

Dr. Ken Robinson’un  Lou Aronica ile birlikte yazdığı bu kitapta çocuğunuzun eğitimi için en iyi yolu keşfedin! diyerek ebeveynler için adeta bir başucu kitabı hazırlamışlar. Tüm kitaplarını okumuş biri olarak diyebilirim ki Siz, Çocuğunuz ve Okul kitabı Dr. Ken Robinson’un zamane çocuklarını ve zamane ebeveynlerini anlamak, ebeveynlerin çocuklarına okul seçerken yaşadıkları durumları fark etmek açısından derli toplu, sade, açık anlaşılır olması açılarından diğer kitaplarına göre bir adım önde.

On bölümden oluşan kitapta,  bölüm başlıkları şöyle; Yolunuzu Bulun, Rolünüzü Bilin, Çocuğunuzu Tanıyın, Çocuklarınızı Güçlü Yetiştirin, Okulun Amacını Anlayın, Doğru Okulu Seçin, kaynağa Gidin, İlişki Kurun, Problemi Ele alın ve Geleceğe Bakın. Her bir bölüm de kitabın temel ilkelerini oluşturan pek çok araştırma, röportaj ve örnek olaya yer alıyor.

Sola Unitas Yayınlarından, Gülsün Arıkan’ın çok başarılı bulduğum çevirisiyle yayınlanan Siz, Çocuğunuz ve Okul kitabı, okul arayışında olan ve en iyi okulu bulma konusunda bugünlerde telaş içinde bulunan ebeveynler için bir reçete sunmuyor, yol haritası ise hiç sunmuyor. O yüzden sükut-u hayale kapılmayın. Lakin, bir bakış açısı sunuyor. Ki bence de bu çok daha değerli.  Dr. Ken Robinson’un,  Siz, Çocuğunuz ve Okul kitabında, vermek istediği mesajı ise en iyi yansıtan,  Önümüzdeki Yol bölümünde yer alan ve bu kitabının özünü oluşturan cümlelerini son olarak paylaşıyorum.

Önünüzdeki Yol

‘’Standart eğitimin tehlikelerinden biri, bir kalıbın herkese uyduğu ve yaşamın doğrusal olduğu görüşüdür. Gerçek şu ki, doyuma giden yol pek çok yol vardır. Çoğu insanın hayatı standart bir rotayı izlememiştir. İnsanlar genlikle beklenmedik yönlere doğru hareket eder, yeni ilgiler keşfeder ve planlamadıkları fırsatlarla karşılaşır. Okulda aldıkları eğitimin onlar için kesinlikle doğru olduğunu varsayarak çocuklarınızın geleceğini sınırlandırmamalısınız. Bir kariyer sahibi olmak için bazı derslerin diğerlerinden daha önemli olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Dünya değişmeye devam ettiği için, bu durum doğru olmayabilir.

Yapabileceğiniz en iyi şey çocuğunuzun farklı yönlerden gelişimine yardımcı olmak ve onları en çok meşgul eden bireysel ilgi ve yeteneklerini tanımlamalarını sağlamaktır. Siz nasıl yaptıysanız onlar da kendi hayatlarını kuracak ve o hayatı yaşayacaklar. Mümkün olduğu kadar önemseyin ve elinizden geleni yapın ancak bunu onların yerine yapmaya çalışmayın’’.

Çocuğumdaki özel olan şey nedir ve onun özel yeteneklerini ve hassasiyetlerini geliştirmek için ne yapabilirim? Sorularını kendilerine soran ebeveynler bu kitap sizin için…

sizçocuğunuzveokul

Bu yazım 17.05.2018 tarihinde Eğitimpedia‘ da yayınlanmıştır.

Dinlen

İşkoliklik çağın en büyük sorunlarından biri haline gelmişken. Daha az çalışarak, daha fazla başarmak mümkün müdür? Çalışmaya o kadar vurgu yapılıyor ki dinlenmenin adı bile geçmiyor hiçbir yerde. Halbuki dinlenmek, yaratıcı, üretken  bir kariyer yapmada önemli bir rol oynuyor. Bahar yorgunluğunun fazlasıyla hissedildiği  bugünlerde. Benim yegane önerim şudur, değerli Eğitimpedia okuyucuları: Hayata ara verin ve DİNLEN’i okuyun. Çünkü, pek çoğumuz iyi bir dinlemenin bize ne çok şey katacağını hafife alıyoruz. Dinlenme zamanlarını es geçiyoruz ya da boşa geçen zaman olarak algılıyoruz.

Alex Soojung ve Kim Pang’in yazdığı Dinlen kitabı Selda Terek Bilecen’in çevirisiyle Destek Yayınlarından çıkan yeni bir kitap. Dinlen kitabından altını çizdiğim bazı bölümler ise şöyle;

‘’Biz dinlenmeyi ve çalışmayı birbirinin karşıtı iki kavram olarak görürüz. İş varsa dinlenme yoktur ya da tam tersi. Birinin varlığı diğerinin olmaması gerektiğini söyler. Üstelik dinlenmek, çaba, hırs ve başarının olduğu yerde bulunamayacak bir boşluk hali gibi algılanır. Eğer kendinizi işinizle var eden biriyseniz, çalışmayı bıraktığınızda kendinizi sanki kendi varoluşunuzdan vazgeçmiş gibi hissetmeniz de doğaldır’’.

‘’Ayrıca, iyi dinlenmeden iyi çalışamazsınız. Tarihte, sanat, bilim ve edebiyat konularında efsane olmuş yaratıcı insanların çoğu, dinlemeyi ciddiye aldılar. Arzularını yerine getirmek ve istedikleri işi yapmak için dinlenmeye ihtiyaçları olduğunu saptadılar. Doğru dinlenme türleri, zihinlerinin yaratıcı sürecini yönlendirmeye, enerjilerini artırmaya yardımcı olurken, ihtiyaçları olan ilham kaynağını da canlandırdı’’.

‘’Dinlemek,  iyi çalışmanın vazgeçilmez bir bileşenidir. Dünya standartlarındaki müzisyenler, olimpik sporcular, yazarlar, tasarımcılar ve diğer başarılı yaratıcı insanlar, yoğun çalışmalardan, uzun süreli konsantrasyon gerektiren performanslardan sonra mutlaka uzun molalar veriyorlar’

‘’İş ve dinlenme, siyah-beyaz ya da iyi-kötü gibi zıt şeyler değil hayatın dalgalanan evreleri gibidir. Çukur olmadan bir tepeye sahip olamazsın. Aşağı olmadan yukarı olmaz. Bunlar bir diğeri olamadan varolamaz’’.

Dinlen kitabını bitirdiğimde şunları düşündüm: Çoğumuz nasıl daha iyi çalışacağımızı düşünürüz de nasıl dinleneceğimize neden o kadar kıymet vermeyiz? Aile, toplum ve eğitim sistemimizin bunda etkisi nedir? Bugünden sonra neyi ya da neleri daha farklı yaparsak dinlenmenin değerini anlarız?

Dinlen kitabının arka kapak tanıtımında ise şu ifadelere yer verilmiş ‘’Daha akıllıca kararlar verecek, daha iyi ilişkilere sahip olacak ve hem daha mutlu hem de daha yaratıcı olacaksınız…’’ bence hiç bu beklentilere girmeden, bir sonuç beklemeden sadece bilinçli  dinlenmenin anlamını fark etmek için bu kitabı okuyun.

Sahi en son ne zaman dinlendiniz?

Dinlenmenin boşta kalmak olmadığının farkına varmak isteyenler bu kitap sizin için..

dinlen

Bu yazım 29.04.2018 tarihinde Eğitimpedia‘ da yayınlanmıştır.

12 Kolay Adımda Öğrenci Merakı Nasıl Öldürülür? *

Hiçbir özel yeteneğim yok. Yalnızca tutkulu bir meraklıyım

Albert Einstein

HR Dergi’nin düzenlediği 21. Eğitimciler Zirvesinde konuşmacı olan ”Merak” kitabının yazarı, Ian Leslie konuşmasında, merakın korku (yanlış soru sorma korkusu-bilmediğinin anlaşılması korkusu) ve kayıtsızlık öldürdüğünü ifade ederken, ”Merak durduk yere ortaya çıkmaz. Merak etmek için bir şeyler biliyor olmanız lazım. Daha fazlasını öğrenmek için merak eder ve aradaki boşluğu kapatmaya çalışırsınız. Bunun en iyi örneğini Agatha Christie kitaplarında görürsünüz’’ dedi.   Teknoloji ve merak konusunda ise ’’Rutin işler teknolojiye devredilirken rutin olmayan işler giderek artacak. Bu iş dünyasında var olmak için insanların makinelere göre en büyük avantajı merak edebilmeleri”, ”İnternet çalışkan ve merak edenlerin daha fazla öğrenmesini sağlarken tembellerin daha da tembelleşmesine neden oluyor” olduğunu söyledi. Ian Leslie,   2014’te yazdığı  Merak kitabında, ‘’meraklı insanlar genellikle diğerlerinden daha akıllı, daha yaratıcı ve daha başarılıdırAncak, merakın bize sağladığı ödüllerin daha evvel hiç olmadığı kadar fazla olduğu bu dönemde, merak genellikle yanlış anlaşılmakta, küçümsenmekte veya giderek bilişsel elitlerin tekeli altına girmektedir’’. diyerek meraka karşı bakış açısını ortaya koyuyor. 

Merak Deyip Geçmeyin! adlı blog  yazımda merak ve  merak uyandırmaya dair pek çok şey paylaşmıştım.Kalıcı öğrenmenin ilk adımı olan merak duygusunun farkında olan öğretmenlerin, öğrenme-öğretme sürecini öğrencilerin,  öğrenme heyecanı ve merak duygusunu harekete geçirecek doğrultuda tasarlamalı. Çünkü merak, kaslarımıza benzer, hareket ettikçe güçlenir, hareket etmedikçe körelir. Öğretmenlerin, öğrencilerin meraklarına gölge etmemeleri ise yegane temennim olmuştur. Bugünlerde, özellikle öğretmenlerin, öğrencilerin meraklarını el birliği ile nasıl öldürdüklerini düşünürken, Terry Heick’in,  www.teachthought.com deki 12 Kolay Adımda Öğrenci Merakı Nasıl Öldürülür? başlıklı harika yazısında rastladım. Terry Heick, öyle güzel özetlemiş ki meseleyi. Aynen paylaşıyorum. 

*12 Kolay Adımda Öğrenci Merakı Nasıl Öldürülür?

Bir öğrencinin doğal merakını öldürmek bir gecede gerçekleşmez. Bu, 12 yıl kadar sürebilir, bazı nadir durumlarda bile bu yeterince uzun bir süre değildir.

Öğrenme ortamları standartlara ve değerlendirmeye odaklanmıştır ve buna uygunluk öğrenmenin gerçekleştiğini kanıtlamak için veri akışları arayışında araştırma temelli stratejilerin uygulanmasına izin verir. Merak güzeldir, ama ölçmek için kullanıldığında devasa bir meydan okumadır.

Ayrıca, meraklarının ne kadar güçlü olduğunu göstererek bir işe hak kazanan birileri var mıdır?

Aşağıda, öğrenim merakını engellemeye ve öğretiminizi bu okul yılındaki sınıfınızda güzel ve düzenli tutmaya yardımcı olacak on iki ipucu bulunmaktadır.

1.      Adım Öğrenme alanlarını dikte edin.        

Fiziksel veya dijital, bireysel veya grup olsun, öğretmen (ya da ‘’bölge müfredat koordinatörü’’) sizsiniz. Ne zaman, nasıl ve niçin öğrenileceğine siz karar verirsiniz. Programı, müfredatı, testleri, not sistemini, geri bildirim döngülerini hepsini yapın. Size maaşı bu yüzden veriyorlar. 

2.       Adım Öğrencinin seçimini sınırlayın.

Söz hakkı ve seçim teoride harikadır, ancak bir öğrencinin neye ihtiyacı olduğunu öğretmenden daha iyi bilen kişi yoktur. Öğrencileriniz yaş aldıkça, okuyabildiklerinde ve yazabildiklerinde size teşekkür ederler.

3.      Adım Siyah-beyaz düşünün. 

Doğru her zaman doğrudur. Ve eğer öğrencileriniz yanlışlarsa, onları düzeltmek iyi olmayacaktır. İkili düşünme;  Mars’a nasıl geldiğimizin göstergesidir.

  1. Adım Sorulara değil, cevaplara odaklanın.

Tekrar, madde 3’e bakın. Açık uçlu, hippi tarzı, kişiselleştirmeyi ve toplumu hedefleyen proje tabanlı öğretiminizde ne yaparsanız yapın, Ortak çekirdek standartlara dayalı sınavlar, üniversite beklentileri ve “gerçek dünya” bunun gibi değildir. Bir “cevap” a ulaşma süreci doğrulukta önceliklidir. 

5.      Adım Sadece düzen olduğu zaman teknolojiyi kullanın. 

Öğrenme simülasyonları, Prezis, iPad’ler, Android Nexus tabletleri ve bloglar, sınırları geçmediklerinde, kural ihlalini davet ettikleri veya değerlendirmeyi zorlaştığında mükemmeldir. Öğrenciyi YouTube’a “öğrenmek” için göndermeden önce eyalet, bölge ve okul politikasını kontrol ettiğinizden emin olun.

6. Adım Tuhaf işbirliğini zorlayın.

İşbirliği, efsanelerin konusudur. Bireysel düşüncenin ve yansımanın olduğu yerde bir partneri veya grup etkinliğini ne zaman yapabiliyorsanız yapın. İşbirliği, öğrenme hedefi bunu önermiyorsa bile mucizeler yaratır. 

7. Adım Yaratıcılığı unutun.

Gerçek dünya renk, ses ve fiziksel hareketle dolu olabilir, ancak sınıf karmaşık, dikkat dağıtıcı ve yönetmesi zordur. Onları tomurcukta tutun.

8. Adım Sorguya dayalı, proje tabanlı veya yer tabanlı öğrenmeyi “araştırmaya dayalı öğrenme” olarak kabul etmeyin.

Araştırma ve veriler, reformun yapıldığı gerçek motorlardır. Verilerin ışıldamasını ölçün, hassaslaştırın ve bastırın. Sokrates, Shakespeare, Kant, Newton ve Einstein’ın hepsi, araştırmaya dayalı, veri güdümlü pedagojiyle eğitildi. Çalıştığını gösteren bir veri yoksa bunu kabul etmeyin.

(Ve her ne yaparsanız yapın, ilerici öğrenme araçlarının etkinliğini ölçmek için daha iyi veri toplama araçları oluşturmayın. Bu işi Marzano, Hattie ve Stiggins’e bırakın.)

9. Adım Akademik olun.

Öğrenme, okullarda, laboratuarlarda ve resmi saha çalışmalarında bir nedenden ötürüdür. “Orijinallik”, titizlik için bir zıtlıktır. Resmi, steril ve akademik olun. Çocukların hayatlarını, aile geleneklerini, kültürel miraslarını ve bireysel armağanlarını bir kenara bırakın.

10. Adım Oyunun ve informal öğrenmenin önemini göz önünde bulundururken yanılmayın.

Geriye dönük biçimde bir öğrenme sonucu ölçülemiyor veya yönlendirilemiyorsa bu tehlikeli olabilir ve öğrenme sürecini tamamen bozabilir.

11. Adım Standartlar ve veriler hakkında düşünün.

Öğrenme alışkanlıklarından, öğrencilerin öğrenme ve bilgiyi kullanma yöntemlerinden değil, akıl alışkanlıklarından değil, standartlardan yola çıkarak, geriye yönelik olarak çalışın. Ve bunu katı bir verimlilik ile yapın.

12. Adım Merakı modellemediğinizden emin olun.

Kendi bilginizin yetersiz olduğunu fark ettiğinizde, harika sorular sormaya, bilgiyi kendiniz bulmaya ya da zekice tepki vermeden hızlıca modellemeye çok az zaman ayırın. Bir öğretmenin bilgi ve uzmanlık modeli ve en önemlisi otorite olarak görülmesi gerekir.

Yukarıda maddelerden en az 1 tanesini yapıyorsanız, tebrikler öğrencilerin merakı üzerine hayli gölge ettiniz demektir.

Kaynak: https://www.teachthought.com/learning/how-to-kill-a-learners-curiosity-in-12-easy-steps/

Çeviri desteği için  Marta İzel Günyüzü’ne teşekkür ederim. 

IKIGAI

Kim her gününü mutlu yaşamak istemez ki? Herkes ister. Lakin bazıları var ki bunu yaşam biçimine dönüştürmüş.  Japonya’nın Okinawa takım adalarında yaşayan bir halk var. Burası dünya üzerinde yaş ortalamasının en yüksek olduğu yer. Yaş ortalaması 100 senenin bile üzerinde. Kitabın yazarları, Hektör Garcia ve Francesc Miralles, bu ada halkından yüz kişiyle röportaj yapmışlar. Topluluğun en yaşlı üyelerine hayat felselerini, ikigailerini ve uzun ömürlerinin sırrını sormuşlar. Tüm görüşmeleri kayda almışlar ve oradan derledikleri hikayeleri kitaplarında paylaşmışlar.

Okinawa halkının dünyaya yayılmaya başlayan bir sırrı var; ikigai. “IKIGAI” iki sözcüğün birleşmesinden oluşuyor. “IKI” hayat, “GAI” hedef, amaç ve gaye anlamına geliyor. Yani ikigai bir hedefe, gaye ya da arzuya hiçbir zorlama olmadan içten ve kendiliğinden bağlılık hissetme duygusu demek. İşte seni yataktan fırlayarak çıkartan ve hedefine odaklanmanı sağlayan da  bu duygu. Sabah yedide alarmın çalıp uyandığında, yatağından doğrulup halıya boş boş bakmaya başladığında, neden hayatta olduğunu sorguladığında ihtiyacın olan şey. Hayatına bir anlam katan, bir misyon yükleyen, çevren için faydalı olacağını hissettiğin bir amaç.

Kitaptan bazı cümleler;

‘’Eğer depresyon ya da stresten uzak kalmak istiyorsanız bir şeye ihtiyacınız var; her sabah uyandığınızda ‘İyi ki yaşıyorum’,‘İyi ki hayattayım’ demenizi sağlayacak bir gaye, hedef, arzu ya da tutku.

Ikigai’nizi bulmanız için kendinize öncelikle şu soruları sorun:

1-  Bu hayatta beni en çok mutlu edecek şey ne ve gerçekten ne yapmak istiyorum?

2-  Ben neyi seviyorum? Beni en çok heyecanlandıran şey ne?

3-  Asıl yeteneğim, iyi olduğum şeyler ne? Bunu ortaya nasıl çıkarabilirim?

4-  Kendi sıkıntılarımdan arınıp en son ne zaman dünyayı hatırladım?

İşte bu sorulara verdiğiniz cevapların kesişim noktası ikigainiz. Yani hayatta daha mutlu olmanın anahtarı. Ve hiçbir şey için geç değil. Sadece Japonlar’ın kültüründe olup bizim kültürümüzde olmayacak bir şey de değil. Emekliliği beklemeyi bırakın. Mutluluğu yarınlara ertelemenin anlamı yok’’.

“İkigai”mizi bulma yolculuğuna çıktığımızda bize bu dört element aslında birbirinden anlamlı dört farklı soru rehberlik edebilir. Bu sorular sırasıyla şöyle;

  1. Neyi seviyorum?(Tutkumuz)
  2. Dünyanın neye ihtiyacı var?(Misyonunuz)
  3. İyi olduğum şeyler neler?(Ustalıklarımız)
  4. Neyden ötürü ücret alıyorum?(Uğraşlarımız)

Bu dört farklı sorunun ardından yanıtlarımızın kesişim noktası ise bizim ikigaimizi, yaşam gayemizi çok sade ve bir o kadar güçlü bir şekilde anlatıyor.

Meltem Uzun’un çevirisiyle İndigo kitaptan yayınlanan kitap, toplam 170 sayfa. Sakin bir gününüzde elinize aldığınızda hemen bitirebilirsiniz. Kitapta yer alan bilgilerden öte Okinawa adasında yaşayan halkın hayata dair bakış açısını anlamak açısından keyifle okunacak bir kitap Ikigai.

Her gününe bir anlam katmak isteyenler bu kitap sizin için.

ikigai

Bu yazım 13.04.2018 tarihinde Eğitimpedia‘ da yayınlanmıştır.

Karşı Konulmaz

Bağımlılık yapıcı teknolojinin yükselişi ve bizim ona esir edilişimizin hikayesini merak ediyorsanız, ilk adım Karşı Konulmaz kitabını edinmek ve okumak olmalı. Mesleğiniz ne olursa olsun hemen herkesin ilgisini çekecek, ekran bağımlılığından muzdarip olanlar için bir kitap yazmış Adam Alter. Öyle ki, kitabın her satırında, insan kendini değerlendirmekten alıkoyamıyor. Neye, ne kadar bağımlığım var acaba diye?

Prof. Dr. Selçuk Şirin’in yazılarında paylaştığında haberdar olmuştum Karşı Konulmaz kitabından. Paloma Yayınevi’ ne kendi adıma teşekkür ederim, Deniz İrengün’ün akıcı çevirisiyle güncel ve çok beğenilen kitabı çok kısa zamanda yayınladığı için.

Karşı Konulmaz kitabında, davranışsal bağımlılığın biyolojisi, bileşenleri, geleceği ve çözümlerine dair hem bir bakış açısı ortaya koyuyor, hayatın ta içinden örneklerle, güncel araştırma sonuçlarıyla ve sade, akılcı ve uygulanabilir öneriler sunuyor.

 Kitabın arka kapağında yer alan yazı kitabın özünü çok iyi özetliyor.

‘’Davranışsal bağımlılık çağına hoş geldiniz.  E-postalarımız, Instagram’da aldığımız beğenilir ve facebook paylaşımları konusunda saplantılıyız; dizilerin birkaç bölümünü arka arkaya izliyoruz; üst üste Youtube videoları seyrediyoruz; çalışma saatlerimiz her yıl  uzuyor; her gün ortalama üç saatimizi akıllı telefonlarımızla bir şeyler yaparak geçiriyoruz. Yarımız telefonun kırılmasındansa bir kemiğinin kırılmasını yeğler durumda ve Milenyumum çocukları ekran önünde o kadar çok vakit geçiriyorlar ki gerçek, canlı insanlarla etkileşim kurmakta zorlanırlar.

New York Üniversitesi’nde psikoloji ve pazarlama alanlarında eğitim veren Adam Alter, devrim yaratan bu kitabında davranışsal bağımlılığın yükselişini inceliyor ve günümüzün ürünlerinin büyük bir kısmının neden karşı konulmaz olduğunu açıklıyor. Bu mucizevi ürünler dünyanın her yerine dağılmış insanlar arasındaki kilometrelerce mesafeyi yok etmelerine rağmen, olağanüstü ve kimi zaman zararlı cazibeleri kazayla oluşmuyor. Bu ürünleri tasarlayan şirketler, neredeyse karşı konulmaz hale gelene kadar onar üzerinde ince ayarlamalar yapıyorlar.

Alter, Karşı Konulmaz’da bağımlılık yapıcı ürünlerden birbirimizle iletişim kurma biçimlerimizi iyileştirmek, paramızı harcamak ve biriktirmek ve iş ile oyun arasına sınır çizebilmek için nasıl faydalanabileceğimizi ve bizim esenliğimiz ile çocuklarımızın sağlığı ve mutluluğu üzerinde zararlı etkilerini nasıl en aza indirebileceğimizi açıklıyor’’.

Uykuya dalmadan önce baktığınız son şey bir ekran ise, son bir saat içinde telefonunuza  hatırlayamadığınız sayıda bakmışsanız, gelen her mesajda dikkatiniz dağılıyorsa davranışsal bağımlılık sizi de ele geçirmiş olabilir.

 Peki çözüm ne? Adam Alter diyor ki, ‘’Teknolojiden vazgeçemeyiz, vazgeçmemeliyiz de. Bazı teknolojik gelişmeler davranışsal bağımlılıkları ateşliyor ama aynı zamanda mucizeler ve hayatımızı zenginleştiriyorlar. Üstelik doğru tekniklerle bağımlılık yapıcı olmayabilirler. Vazgeçilmez olduğu halde bağımlılık yapmayan bir ürün ya da deneyim de yaratabilirler. ….. Çocuklar ekranlarla birden değil, yavaş yavaş ve deneyimli olarak tanıştırılabilir. Bağımlılık yapıcı deneyimlere yaklaşımımız büyük ölçüde kültüreldir ve eğer kültürümüz işsiz, oyunsuz, ekransız durma sürelerine yer verirse bizim ve çocuklarımızın davranışsal bağımlılığın çekimine direnmemiz daha kolay olur. Onun yerine, birbirimizle bir takım cihazlar aracılığıyla değil doğrudan iletişim kurarız ve bu sosyal bağların ışığı bizi herhangi bir ekran ışığının yapabileceğinden çok daha fazla mutlu eder ve zenginleştirir’’.

Adam Alter, Karşı Konulmaz’da bağımlılık yapıcı ürünlerden birbirimizle iletişim kurma biçimlerimizi iyileştirmek, paramızı harcamak ve biriktirmek ve iş ile oyun arasına sınır çizebilmek için nasıl faydalanabileceğimizi ve bizim esenliğimiz ile çocuklarımızın sağlığı ve mutluluğu üzerindeki zararlı etkilerini nasıl en aza indirebileceğimizi açıklıyor.

Peki siz, bugünden başlayarak ekran ışığı dışında sizi mutlu edecek ve zenginleştirecek neyi farklı yaparsınız?

Karşı Konulmaz kitabını okuduktan sonra, Adam Alter’in ‘’Ekranlar Neden Mutsuz Eder?’’ başlıklı TED konuşmasını da izlemenizi öneririm.  

 

Davranış bağımlılığının yarattığı etkilerin şuuruna varan ve  bunu yönetmek isteyenler, bu kitap sizin için…

karşıkonulmazBu yazım 20.03.2018 tarihinde Eğitimpedia‘ da yayınlanmıştır.

Orijinaller

Bugünlerde hem eğlenceli hem ilginç bir kitap okumak isterseniz size, Adam Grant’ın Orijinaller kitabını öneririm. Wharton İşletme Okulu’nun başarılı öğretim üyelerinden, ödüllü araştırmacı Adam Grant, başarıyı yorumlama açısından bakış açısı sunan kitabında, psikologların başarıya giden iki yol olduğunu keşfettiğinin altını çiziyor: Konformizm ve orijinallik.

Adam Grant, Modus Kitaptan, Barış Emre Alkım çevirisiyle çıkan kitabında bugün hayatımızın içinde olan marka ve şirketlerin (Facebook, Google, Microsoft vb.) nasıl orjinal fikirler ürettiğini ve yaratıcılığın nasıl devam ettirilebileceğini ilgi çekici örneklerle anlatıyor. Adam Grant, Orijinaller kitabında, tıpkı Vermek ve Almak kitabında olduğu gibi olayları düşünmediğimiz açılardan ele alıp, belki de hiç aklıma gelemeyen yollardan nasıl çözüme ulaşabileceğini farketmemizi sağlıyor.

Adam Grant, pür dikkat dinlediğimiz başarı öykülerinin altındaki efsaneleri çürüterek, kök salmış inançlara kafa tutarak, büyük değişim aktörleri arasında ortak noktalar bularak sadece dünyadaki yerimize değil, dünyayı altüst etme potansiyelimize ilişkin etkileyici, yeni bir bakış açısı sunuyor.

Grant özetle şunu söylüyor: “Ey ahali! Konformistler hep aynı yolu yürür. Orijinallik ise az yürünmüş yoldan geçer.”

Kitaptan, orijinalliği anlatan bölümden aşağıdaki satırları paylaşıyorum.

‘’….Benim tanımıma göre orijinallik, belli bir alanda nispeten sıra dışı olan bir fikri tanıtma, ilerletme ve geliştirme potansiyelini kapsar. Orijinallik, yaratıcılıktan, yani hem yeni hem de yararlı bir kavram üretmekten çıkar. Çıkar, ama orada kalmaz. Orijinal insanlar inisiyatifi ele alıp hayallerini gerçekliğe dönüştürenlerdir.

Dünyadaki yaratıcılığı körükleyen, değişimin başını çeken orijinal bireylere hayranlık beslerken hep onların bizden farklı olduğunu fark ederiz. Nasıl ki bazı şanslı insanlar kendilerini  kanser, obezite, ya da HIV gibi hastalıklara dirençli kılan genetik mutasyonlarla dünyaya geldiyse, büyük yaratıcıların da risk almaya karşı biyolojik bir bağışıklığı olduğunu sanırız. Onlar doğarı gereği belirsizliğe kucak açarlar, toplumdan kabul görmeyi umursamazlar; bizlerden farklı olarak, topluma ayak uydurmamanın bedeline kafa yormaları gerekmez. Korkudan, reddedilmekten ya da alaya alınmaktan etkilenmeyen birer put kırıcı, asi, devrimci, sorun çıkarıcı, başına buyruk muhalif olmak üzere programlanmışlardır’’…

İşin özü, Adam Grant, orijinal olmayı yeni bir iş kuran veya alanında fark yaratan kişilerin sahip olduğu bir özellik olarak tanımlıyor Aynı zamanda bazı noktalarda bakış açımızı değiştirdiğimizde de geliştirebileceğimiz bir özellik. Grant, kitap boyunca nasıl bir bakış açısının bize orijinal olabilme becerisi kazandıracağının ipuçlarını veriyor.

Orjinalliğinizi geliştirmekle ya da başkalarına aşılamakla ilgileniyorsanız, kitapta atabileceğiniz birkaç adıma yer verilmiş.

Bireysel Eylemler: Orijinal Fikirleri Üretmek ve Tanıyabilmek.

  1. Mutlak değil, duruma göre düşünün.
  2. Ürettiğiniz fikirlerin sayısını üçe katlayın.
  3. Kendinizi yabancı bir ortamın içine bırakın.
  4. Stratejik ertelemek yapın.
  5. Beyin fırtısını bırakıp beyin yazımına başlayın.
  6. Fikirlerinizi daha tanıdık hale getirin.
  7. Fikirlerinizi yeni bir kitleyle buluşturun.
  8. Dikkatinizi fikrinizi desteklememe nedenlerine yoğunlaştırın.
  9. En cüretkar fikrinizi Truva atına bindirin, sonra çığa çıkarmak için doğru anı kollayın.
  10. İnsanların kişiliklerine, değerlerine hitap edin.
  11. Bir yenilik turnuvası düzenleyin.
  12. Şirketi batırın.
  13. Farklı departmanlardan çalışanları fikirlerini sunmaya davet edin.
  14. Zıtlıklar günü düzenleyin.
  15. Popüler olmayan fikirleri savunmasıyla bilinen insanlardan yenilikçi görev güçlü oluşturun.
  16. İnsanları kültürünüze uyum sağlamaları için değil, kültüre katkıda bulunmaları için işe alın.
  17. Çıkış görüşmelerinden giriş görüşmelerine geçin.
  18. Çuvaldızı kendinize batırın.
  19. ‘’Beğenme.’’ ‘’sevme’’ ve ‘’nefret’’ gibi sözcükleri yasaklayın.
  20. Değişim sürecini başlatmak için, yükselen yıldızlara meydan okuyun.

Adam Grant’ın TED Talks konuşmalarını da izlemenizi özellikle tavsiye ederim.

İstisna olmak isteyenler bu kitap sizin  için…

Bugünlerde hem eğlenceli hem ilginç bir kitap okumak isterseniz size, Adam Grant’ın Orijinaller kitabını öneririm. Wharton İşletme Okulu’nun başarılı öğretim üyelerinden, ödüllü araştırmacı Adam Grant, başarıyı yorumlama açısından bakış açısı sunan kitabında, psikologların başarıya giden iki yol olduğunu keşfettiğinin altını çiziyor: Konformizm ve orijinallik.

Adam Grant, Modus Kitaptan, Barış Emre Alkım çevirisiyle çıkan kitabında bugün hayatımızın içinde olan marka ve şirketlerin (Facebook, Google, Microsoft vb.) nasıl orjinal fikirler ürettiğini ve yaratıcılığın nasıl devam ettirilebileceğini ilgi çekici örneklerle anlatıyor. Adam Grant, Orijinaller kitabında, tıpkı Vermek ve Almak kitabında olduğu gibi olayları düşünmediğimiz açılardan ele alıp, belki de hiç aklıma gelemeyen yollardan nasıl çözüme ulaşabileceğini farketmemizi sağlıyor.

Adam Grant, pür dikkat dinlediğimiz başarı öykülerinin altındaki efsaneleri çürüterek, kök salmış inançlara kafa tutarak, büyük değişim aktörleri arasında ortak noktalar bularak sadece dünyadaki yerimize değil, dünyayı altüst etme potansiyelimize ilişkin etkileyici, yeni bir bakış açısı sunuyor.

Grant özetle şunu söylüyor: “Ey ahali! Konformistler hep aynı yolu yürür. Orijinallik ise az yürünmüş yoldan geçer.”

Kitaptan, orijinalliği anlatan bölümden aşağıdaki satırları paylaşıyorum.

‘’….Benim tanımıma göre orijinallik, belli bir alanda nispeten sıra dışı olan bir fikri tanıtma, ilerletme ve geliştirme potansiyelini kapsar. Orijinallik, yaratıcılıktan, yani hem yeni hem de yararlı bir kavram üretmekten çıkar. Çıkar, ama orada kalmaz. Orijinal insanlar inisiyatifi ele alıp hayallerini gerçekliğe dönüştürenlerdir.

Dünyadaki yaratıcılığı körükleyen, değişimin başını çeken orijinal bireylere hayranlık beslerken hep onların bizden farklı olduğunu fark ederiz. Nasıl ki bazı şanslı insanlar kendilerini  kanser, obezite, ya da HIV gibi hastalıklara dirençli kılan genetik mutasyonlarla dünyaya geldiyse, büyük yaratıcıların da risk almaya karşı biyolojik bir bağışıklığı olduğunu sanırız. Onlar doğarı gereği belirsizliğe kucak açarlar, toplumdan kabul görmeyi umursamazlar; bizlerden farklı olarak, topluma ayak uydurmamanın bedeline kafa yormaları gerekmez. Korkudan, reddedilmekten ya da alaya alınmaktan etkilenmeyen birer put kırıcı, asi, devrimci, sorun çıkarıcı, başına buyruk muhalif olmak üzere programlanmışlardır’’…

İşin özü, Adam Grant, orijinal olmayı yeni bir iş kuran veya alanında fark yaratan kişilerin sahip olduğu bir özellik olarak tanımlıyor Aynı zamanda bazı noktalarda bakış açımızı değiştirdiğimizde de geliştirebileceğimiz bir özellik. Grant, kitap boyunca nasıl bir bakış açısının bize orijinal olabilme becerisi kazandıracağının ipuçlarını veriyor.

Orijinalliğinizi geliştirmekle ya da başkalarına aşılamakla ilgileniyorsanız, kitapta atabileceğiniz birkaç adıma yer verilmiş.

Bireysel Eylemler: Orijinal Fikirleri Üretmek ve Tanıyabilmek.

  1. Mutlak değil, duruma göre düşünün.
  2. Ürettiğiniz fikirlerin sayısını üçe katlayın.
  3. Kendinizi yabancı bir ortamın içine bırakın.
  4. Stratejik ertelemek yapın.
  5. Beyin fırtısını bırakıp beyin yazımına başlayın.
  6. Fikirlerinizi daha tanıdık hale getirin.
  7. Fikirlerinizi yeni bir kitleyle buluşturun.
  8. Dikkatinizi fikrinizi desteklememe nedenlerine yoğunlaştırın.
  9. En cüretkar fikrinizi Truva atına bindirin, sonra çığa çıkarmak için doğru anı kollayın.
  10. İnsanların kişiliklerine, değerlerine hitap edin.
  11. Bir yenilik turnuvası düzenleyin.
  12. Şirketi batırın.
  13. Farklı departmanlardan çalışanları fikirlerini sunmaya davet edin.
  14. Zıtlıklar günü düzenleyin.
  15. Popüler olmayan fikirleri savunmasıyla bilinen insanlardan yenilikçi görev güçlü oluşturun.
  16. İnsanları kültürünüze uyum sağlamaları için değil, kültüre katkıda bulunmaları için işe alın.
  17. Çıkış görüşmelerinden giriş görüşmelerine geçin.
  18. Çuvaldızı kendinize batırın.
  19. ‘’Beğenme.’’ ‘’sevme’’ ve ‘’nefret’’ gibi sözcükleri yasaklayın.
  20. Değişim sürecini başlatmak için, yükselen yıldızlara meydan okuyun.

Adam Grant’ın TED Talks konuşmalarını da izlemenizi özellikle tavsiye ederim.

 

 

İstisna olmak isteyenler bu kitap sizin  için…

orjinaller

Bu yazım 02.03.2018 tarihinde Eğitimpedia‘ da yayınlanmıştır.

Dengede Kalmak İçin Çalışma İlkelerinize Sarılın

Dünya değişiyor, hayatlar dönüşüyor ve bu topraklarda yaşamak gittikçe daha da mücadele etmeyi gerektiriyor.  Redington CEO`su Robert J. Gardner, zamanın ruhunu ve dünyanın içinde bulunduğu durumu VUCA kısaltmasıyla tanımlıyor… VUCA’nın açılımı ise şöyle : Kaygan, Kararsız, Karmaşık, belirsiz. Mesleğimiz, işimiz, çalıştığımız sektör birbirinden bambaşka olsa da, ortak olan şu: yaşadığımız zemin kaygan, kararsız, karmaşık ve belirsiz. . Bu zemini  istediğimiz gibi değiştiremeyiz, yönetemeyiz. Kontrolümüz dışında o kadar şey var ki. 

Bu zeminde ayakta ve en önemlisi de denge de kalmak büyük marifet doğrusu. Dengede kalmak için omurgayı güçlü tutmak gerek. Omurgayı güçlü tutan şey ise ”İlkelerdir”. Türk Dil Kurumu sözlüğünde ilke  a. 1. Temel düşünce, temel inanç, umde, unsur, prensip. olarak geçiyor. 

 Özellikle çalışma hayatında dengede kalabilmek için ilk adımın çalışma ilkelerimizi oluşturmaktan geçtiğini düşünüyorum. İster kurumsal, ister serbest çalışalım isterse bir girişimci olalım, farketmiyor.  Albert Einstein  bunu çok güzel ifade etmiştir şu söyle; “İnsanı ayakta tutan iskelet ve kas sistemi değil; prensipleri ve inançlarıdır.” 

Çalışma ilkelerimiz hem kendimize hem de iş yaptığımız kişi ve kurumlara yol gösteriyor.  Yaptığımız işe bakış açımızı, vizyonumuzu, değerlerimizi ortaya koyuyor.

Kişilerle, kurumlarla farklı işler, projeler için bir araya geldiğimde ve Eğitim, Danışmanlık, Koçluk süreçlerine başlamadan önce her zaman bu ilkelerimi paylaşmaya çalıştım. Yıllar içerisinde bunun aslında pek çok süreci kolaylaştırdığını gördüm. Özellikle kurumsaldan ayrılmış ve kendine bir yeni bir yol, girişim oluşturmaya çalışanlar için, çalışma ilkelerini belirlemenin elzem bir konu  olduğunu düşünüyorum. Bir tavrı, bir duruşu olmalı insanın; çevresinde olup biten her şeye dair, öyle değil mi?

Peki nedir benim çalışma ilkelerim? Kurumsal bir dille yazılabilir bu çalışma ilkeleri. Lakin ben sevdiğim sözlerden ilham alarak ifade etmeyi tercih ettim.

1. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir. K.Atatürk

2. Her insan tam ve bütündür. Milton Erickson

3.Hayal ettiğiniz her şey gerçektir. Pablo Picasso

3. Çekmediğimiz derdin türküsünü yakmayız. Neşet Ertaş

4. Hala öğreniyorum. Michelangelo 

5.”Primum non nocere” Önce zarar vermeyeceksin.                                                                                                                                         6. Sadelik, en üst gelişmişlik düzeyidir. Leonardo Da Vinci 

7.  ”Nosce te ipsum” Kendini Bil. Delphi Tapınağı 

8. Ben gelmedim kavga için, benim işim sevgi için Yunus Emre                                                         

9. Dün dünle beraber gitti cancağızım, yeni şeyler öğrenmek lazım. Mevlana

10.  Her sazın döşüne pençe vurulmaz, incedir kırılır tel gizli gizli. Aşık Mahzuni

11. Etik ve Edep varsa ise her şey tamam yok ise her şey yalan.

Şöyle bir 30 dakika ayırın kendinize. Ve çalışma ilkelerinize odaklanın. Bakalım siz,  çalışma ilkelerinizde nelere yer vereceksiniz? 

Rastgele:)

 

 

 

Filozof Çocuk

‘’Felsefe hakkında düşünürken hem korkuyor hem de heyecanlanıyorum. Bu yüzden düşünmekten kendimi alamıyorum.’’ Tiffany, 10

‘’Bu kitapla ilgili çalışmaya başladığımdan beri, çocukların felsefi benliklerini geliştirmelerinde neyin önemli olduğunu düşünüyorum. Geçen on beş yıl boyunca kendi çocuklarımla ve diğer çocuklarla yaptığım felsefi sohbetleri gözden geçirdim. Çocuklar ve gençler, felsefi sorgulama için bir alan yaratmanın, onlar açısından dönüştürücü bir deneyim olacağını defalarca gösterdi.

Daha önce de söylediğim gibi hayatın felsefi boyutunun farkında olmak pek çoğumuza doğal görünür. Hepimiz ölümlü hayatın garipliğini, yaşamın anlamını, kimlik karmaşasını; arkadaşlığın e aşkın doğasını, nasıl iyi bir hayat yaşayacağımızı ve gerçekten bir şey bilip bilmediğimizi merak ederek büyürüz. Deneyimlerimizi yansıtma kabiliyetimizle, karmaşık ve anlaşılmaz kavramları anlamak için dili kullanırız. Bu durum, varlığımızı temel bir eylem olarak sorgulamamamızı sağlar. Ancak kullandığımız kavramlar, sahip olduğumuz inançlar ve geçirdiğimiz deneyimler çoğu yetişkinin hayat örgüsünün bir parçası olmaz.

Kitapta, bunun bir kayboluş olduğunu ve çocuklarımızın felsefi duyarlılıklarını geliştirme çabalarını desteklemenin, onlar açısından harika bir hediye olacağını savundum. Varsayımları saptamak ve günlük yaşamda daha büyük önem arz eden olayları incelemek, varoluşunun tuhaflığının farkında olarak akıl yürütme ve analiz yeterliliği gerektirir. Çocuklarımızla birlikte felsefi araştırmayla meşgul olmak, onlara kendi özelliklerini kontrol edebilmeleri açısından önemli beceriler kazandırır. Aynı zaman anlamlı bir hayat oluşturabilmek için kendilerine güven duymalarını sağlar. Bu durum çocukken neredeyse hepimizde var olan merak duygusunu canlı tutarak, hayatlarımızı derinleştirir…..’’

Anaokulundan üniversiteye kadar her seviyede felsefe öğretmiş, Jana Mohr Lone’ın yazdığı kitabı “Filozof Çocuk” kitabından bir bölümü paylaştım yukarıda. 2017 yılında,  Sola Yayınlarından Gülsün Arıkan çeviriyle çıkan kitap hayli ilgi gördü.

Çocuklar dünyaya sorularla geliyor. Peki bu sorular bir felsefi fikirlerin tartışılacağı bir süreç başlatmak mümkün müdür?  Jana Mohr Lone, buna evet diyor ve ekliyor, “Filozof Çocuk” ebeveynlerin terlediği felsefi sorulara nazikçe yaklaşmanın yollarını öğretiyor.

Jana Mohr Lone, çocukların soyut düşünme becerilerini geliştirdiklerinde bunun onların, duygusal olarak olgunlaşmalarına da katkı sağladığını savunuyor. Son günlerde, çocuklarla felsefe çok ebeveyn ve öğretmenin önemsediği bir konu oldu. Bu açıdan, Filozof Çocuk kitabı önemli bir kaynak. Çocuklarla felsefe yapmanın hem eğlenceli hem de öğretici bir süreç olduğunu keşfedeceksiniz bu kitabı okuduğunuzda.

Çocukların özgürce düşüncesini sağlamak ana gayemiz ise eğer, konuşmanın çocuğun.  kendi soru ve düşünceleriyle başlamasını sağlamaktan geçiyor. Ve tabi sizin soracağınız sorularda çok önemli. Çocuğunuzla /öğrencinizle yaptığınız felsefi sohbetlerde size yardımcı olabilecek sorular;

…………………………………..derken ne demek istedin?

Bunu söylemene sebep olan şeyler nedir?

…………………anlamı nedir?

Çok ilginç bir fikir. Bunu söylediğinde ne düşündüğünü açıklayabilir misin?

Bu sorulardan çok daha fazlasını kitapta bulabileceksiniz. Çocukların bu sorulara verdiği yanıtlar ise tek kelimeyle muhteşem.  Akıcı bir anlatım dili var kitabın ilgi ve keyifle okunacağını düşünüyorum

Varoluşun doğasına, kendine ve çocukların düşünsel zenginliğine dair küçük bir adım atamak isteyenler, bu kitap sizin için.

filozof çocuk

Bu yazım 08.02.2018 tarihinde Eğitimpedia‘ da yayınlanmıştır.

*Görsel:https://i.pinimg.com/originals/c2/a9/58/c2a9586c24ff21a4d1b0d35bf73ccce5.jpg