Kemal Sayar’ın YAVAŞLA kitabı psikiyatrisin farklı zamanlarda yazdığı deneme tarzı yazılarından oluşuyor.
Kemal Sayar bizleri hızın ve değerlerini yitirmiş bir hayatın tutsağı olmaktan kurtulmaya çağırıyor adeta yazılarında. YAVAŞLA, modern çağın getirdiği hız eksenli hayatın, mahremiyetin yitirilişinin, aile ilişkilerinin çözülmesinin, teknoloji odaklı yaşamlarda görülen iletişim kaybının güncel bir eleştirisini sunuyor. Bunun yanı sıra eleştirdiği olgulara çözüm önerileri getiren, kaybedilen manevi zenginliği yeniden bulmaya davet eden bir kitap.
Dört bölümden oluşan kitabın başlıkları ise Yavaş Güzeldir, Modern Mutsuzluk, Modern Zamanlarda Aile, Benliğin ve Toplumun Krizi…
Hız eksenli bir hayata eklemlenmek durumunda kalan ve bu kısır döngüden rahatsız olanlar YAVAŞLAYIN! Bu hayattan bir defa geçeceksiniz cümlesiyle aslında yazar kitabın özünü ortaya koyuyor.
Kemal Sayar’la yapılan bir söyleşide bütün yazılarını aslında “hem kendine hem de kendi gibi ruhlara birer şifa mektubu niyetine” yazdığını okumuştum. Diğer kitapları gibi ‘Yavaşla’ kitabı da tam da öyle…
“Yaşadığımız dönemde bunları dert eden bir tek ben değilmişim meğer” dedirten, yaşadığımız çağın en önemli sorunun hız olduğu ve bu hızın benliğimize, ailemize ve topluma yansımalarını, aklımızı karıştıran soruların/sorunların aslında başkalarında aklını karıştırdığını fark ettiren yazılar.
Ve bunları ortaya koyarken de, insanı sakinleştiren, yaşadıklarımızı anlamamızı ve bir başka açıdan bakmamızı sağlayan ve umut aşılayan, insana şifalı gelen yazılar…
Keyifle okurken aynı zamanda düşündürecek, Kemal Sayar’ın Timaş’tan çıkan YAVAŞLA kitabında yer alan ve yaşadığımız “Hayatın Ritmi” başlıklı yazıyı okuyabilirsiniz
Son zamanlarda çocuklarımız çabuk büyümeleri konusunda baskıya maruz kalıyorlar. İyi de, ne demek çabuk büyümek? İlk olarak aklımıza gelen şey, çocukların, erişkin hayatının kendilerinden saklanması gereken kimi öğelerine fazlasıyla mazruz kalmaları. Cinsellik, şiddet, küfürlü konuşma gibi. Yetişkinlik ve çocukluk arasındaki sınırlar muğlaklaşıyor. Altı yaşındaki çocuklar pop yıldızlarını taklit ediyor, sekiz yaşındaki çocuklar cinayet içeren video oyunları oynanıyor, televizyon dizilerinden cinsellikle ilgili pek çok malumat alıyor. Televizyon ve internet, çocuklardan saklanan hayat gerçeklerini ortaya döküyor. Ama çabuk büyüme baskısı sadece medyadan değil, ailelerden de gelebiliyor.
Dahi bir çocuk beklentisi içinde olan ebeveynler, çocuklarına zihinsel açıdan hızla gelişmeleri için baskı yapabiliyor. Başarının yetişkin dünyasındaki ölçütleri, adeta çocuklara şırınga ediliyor. Çocuklar hep bir adım daha ileri gitmeleri konusunda zorlanıyor. Sorun şu ki; zihinsel zorlamalara rağmen, çocukların duyguları aynı hızla gelişmiyor. Duygular, hızlandırılması mümkün olmayan kendine has bir zamanlama ve ritme sahip. Hızlı büyümenin yarattığı zorlanma, ergenlik dönemi boyunca sorun yaratan ve üzüntü veren davranışlara neden olabiliyor. Çocukların büyümek, öğrenmek ve gelişmek için zamana ihtiyacı var. Neticede çocuk yetiştiriyoruz, hormonlu domates değil!
İçinde bulunduğumuz çağ, ‘şimdi’yi yaşamamıza fırsat vermiyor, herşey gelecek için yapılıyor. Bu durumun bizde yarattığı zorlanma duygusu da, bizim ihtiyaçlarımızın çocuklarımızın ihtiyacından önce gelmesine, bu yüzden onları acele ettirmemize neden oluyor. Çocuklarımızı kolayca şekil ve kıvam verebilir, her türlü eğip bükmeye müsait varlıklar olarak algılıyoruz. Dolayısıyla da, onlardan bizim ihtiyaç, program, ilgi ve bakış açılarımıza uymalarını bekliyoruz. Sonuç ise fazla programlanmış, endişeli ve mutsuz çocuklar.
……..
Ne yapmalı? Bırakalım, çocuklar diledikleri gibi çocuklarını yaşasınlar. Hata yapabileceklerini ve hatalardan öğrenebileceklerini kabullesinler. Organize edilmiş, rehbersiz, biçimsiz, hayal ürünü oyunlar çocuklara iyi gelir. Oyun, çocuklara bağımsızlık ve kim oldukları duygusunu sağlar. Kendi başına vakit geçirebilmek de bir meziyettir. Aslında küçük çocuklar en iyi gerçek oyuncaklarla, diğer çocuklar ve yetişkinlerle oynarken öğreniyor. Dokunma duyusuna ve sosyal deneyimlere dayanan bu faaliyetler, onların erken dönem gelişimlerinde çok etkili olabilir. Zaten çocuklar ihtiyaç duydukları uyaranları her gün karşı karşıya geldikleri dünyadan alabiliyorlar; çimlerde sürünmek, toprakla oynamak, konuştuklarımızı dinlemek gibi. Çocukların, merak ettikleri soruların cevabını, kendi gözlemleriyle kendi çevrelerinde bulmaları, onları duygusal hem zihinsel açıdan zenginleştiriyor….
Bu yazım 13.02.2015’te Eğitimpedia‘ da yayınlanmıştır.